Quantcast
Channel: Sinema | ListeList.com
Viewing all 904 articles
Browse latest View live

Hakkı Teslim Edilmemiş 5 Peter Weir Filmi

$
0
0

Hollywood’da da, kendi ülkesi Avustralya’da da unutulmaz işlere imza atan Peter Weir’ın filmografisinden, hakkı teslim edilmemiş beş filmi hatırlatmak istedim. Filmleri sıralamadan önce, yönetmenin Truman Show ya da Dead Poets Society gibi fazlasıyla popüler işlerini listenin dışında bıraktığımı belirteyim.

1. Picnic at Hanging Rock (1975)


Peter Weir’ın Avustralya’da çektiği filmlerden biri olan “Picnic at Hanging Rock”, ‘kan’a ya da türlü atraksiyonlara ihtiyaç duymadan, sadece atmosfer ile germeyi/korkutmayı başaran bir yönetmenlik harikası. Bir grup yatılı okul öğrencisinin, ürkütücü kayalıkların ardında aniden ortadan kaybolmasını, düşsel, gizemli ve tekinsiz bir atmosferle yoğurarak anlatıyor film. Seyirciye ipuçları sunmaktan çok olayın ardındaki tuhaflığı ruhsal bir boyutta inceliyor, film ilerledikçe düğüm daha da iç içe geçiyor… “Picnic at Hanging Rock”, ‘bilinmeyen’ ya da ‘gösterilmeyen’in izleyici üzerinde iki kat fazla etki bıraktığını kanıtlayan nitelikte bir eser.

2. The Last Wave (1977)


Yine Avustralya yapımı bir Weir filmi olan “The Last Wave”, modern şehir hayatının ortasına Aborjin mitolojisini ve ‘büyü’yü yerleştiren, karanlık atmosferle sarılmış bir iş. Tek başına bir adam, Aborjinlerin konu olduğu bir davanın ertesinde başına gelen ilginç olayları aydınlatmaya çalışıyor. Hiç dinmeyen bir yağmurun ve ‘karartılar’ın zaman zaman başrole geçtiği, mistik bir gerilim örneği “The Last Wave”.

3. The Year of Living Dangerously (1982)


1965 Endonezya’sından politik ve toplumsal manzaraları odağa yerleştiren, değeri pek bilinmemiş bir Weir filmi. Bir halkın kendi kargaşası ve sefaleti arasında boğulduğu bir ortamın içinden romantik bir aşk öyküsü yaratıyor “The Year of Living Dangerously”. Mel Gibson her zamanki gibi donuk bir performans sergiliyor burada. Zaten filmin oyunculuk anlamında parlayan ismi, bu filmdeki performansıyla En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülü alan Linda Hunt.

4. Fearless (1993)


Peter Weir’ın kendi çapında bir hayran kitlesi yaratan filminde, bir uçak kazasından sağ kurtulan Max’in öyküsü, Rafael Yglesias’ın aynı adlı eserinden uyarladığı güçlü senaryonun da katkısıyla etkileyici bir psikolojik dramaya dönüşüyordu. Yönetmenin her zamanki gibi tıkır tıkır işleyen anlatımı, Jeff Bridges ve Rosia Perez’in mükemmel oyunları, “Fearless”ı unutulmaz kılan unsurlardan. Özellikle yaşam üzerine daldığı felsefe yüklü konuların altından sığ bir Amerikan duygusallığıyla değil, sahici bir bakışla kalkmayı başarması takdire şayan.

5. Witness (1985)


“Witness”, küçük bir çocuğun tanık olduğu cinayet olayını polisiye bir düğümle çözmeye çalışır gibi görünse de esasen Amish kültürü hakkında fikir sahibi olmayanlar için tanıtıcı bir işlev görüyor. Çünkü çoğu zaman polisiye örgü ikinci plana atılıp Harrison Ford’un bir Amish kasabasına sığındığı sahnelere daha fazla ağırlık veriliyor. Ama bu haliyle de ilgi çekici bir film. Hem Amish’lerin tutucu ortamında tutkulu ve gizemli bir aşk hikayesine şahit oluyoruz, hem de doğa alabildiğine etkileyici görüntülerle yansıtılıyor. Özellikle John Seale’nin kahverengi tonlarının ağırlıkta olduğu görüntü çalışmasının, filme pastoral bir hava kattığını söyleyebiliriz. Yani birçok açıdan izlenmeyi hak eden bir film “Witness”.


Tanıdığınızda Hayran Kalacağınız Neriman Köksal’a Dair Kıyıda Köşede Kalanlar

$
0
0

Yeşilçam’ı samimi, içten ve başarılı kılan birçok isim var şüphesiz. Saysak uzun bir liste çıkaracağımız bu isimlerden biri de beyaz perdedeki adıyla Afet-i Devran Neriman,  yani Neriman Köksal’dır.

Köksal, rol aldığı filmlerle zihnimizde yer almaya devam ediyor. İsmini bilmeyen nesiller olsa da ekranda onu gördüğünde şıp diye tanıyacak, sesini unutmayacak milyonlardan bahsetmek abartı olmayacaktır.

Bugüne kadar anlatılmayan, anlatıldığı kadar duyulmayan tüm bilinmeyenleri ile Neriman Köksal’ı tanımak dağarcığımızı bugünlük güzelleştiren etken olsun.

İstanbullu Arnavut Kızı

Rami’de 1929 yılında dünyaya gelen Köksal’ın çocukluğu Feriköy’de geçti. Çocukluk yılları boyunca el bebek gül bebek yetiştirilmekten uzak kaldı; mahalledeki çocuklarla top oynadı, uçurtma uçurdu hatta tekme tokat kavgalara karışmaktan geri kalmadı.

Asıl adı Hatice Kökçü olan sinemamızın ilk vamp kadını Neriman Köksal, öksüz büyüdü. Babasını erken yaşta kaybettikten sonra annesinin ikinci evliliğinden doğan kardeşleriyle aynı evi paylaştı.

Sinema ile tanışması ve yarım asırlık meslek hayatı

Yirmili yaşların başındayken Metin Erksan’ın yönetmen olan abisi Çetin Karamanbey’in keşfetmesiyle sinemaya adım attı. Ancak bu adım biraz ayak direme sonrası oldu çünkü genç Hatice’nin aklında aktris olmak gibi bir düşünce yoktu.

Bir röportajında ise bu tanışmayı şöyle anlatıyor Neriman Köksal: “Bir gün Beyoğlu’nda yürürken baktım iki adam beni takip ediyor. Ben de çok alımlıyım, herkes dönüp dönüp bakıyor. O gün de üstümde siyah tayyör var, yakası kürklü. Adamlar Park Otel’in arkasındaki evimize kadar geldiler. Meğer biri yönetmen Çetin Karamanbey’miş. Beni Refik Halit Karay’ın ‘‘Çete’’ romanındaki Rus prensesi Nina rolü için beğenmişler. Sene 1949. Kartlarını uzatınca ‘‘Ben artistlik yapamam’’ diyerek tersledim. Bir prova filmi çekeceklerini söylediler, ısrar kıyamet, sonunda kabul ettim. Sonra onlar Refik Halit beye resimlerini götürmüşler, o da beğenmiş. Sonra elime silah verdiler, tüfek verdiler, ata bindirdiler stüdyoda. Artistlik zamanla çok cazip geldi.

Sinemaya girince ismini değiştirdi

Baba tarafı oldukça muhafazakar olan Hatice durumun farkında. Bu nedenle sinemaya başlayınca ismini değiştiriyor ki akrabalarının tepkisinden kaçabilsin. Malum o dönemlerde filmleri ülkenin tamamı izleyemiyor.

Neriman ismini ise bilerek kendine seçiyor. Bu isim Farsça kökenli ve cesur anlamını taşıyor. Kişiliğiyle uygun olduğunu düşündüğü bu isim cuk diye de oturuyor “kabadayı kadın”a.

En üretken isimlerden biri oluyor

Sinemanın tozunu yutmasıyla dur durak bilmeyen Neriman Köksal yaklaşık 400 filmde oynadı.

Çete’yle başlayan serüveninde 50’li yılların gıpta edilen güzel ve alımlı kızı oluyor. On yıla yakın bir süre içinde onlarca filmde rol alıyor ve 1959’da bir anda “Fosforlu Cevriye” olarak yerleşiyor zihinlere. Suat Derviş’in eserinden sinemaya Aydın Arakon tarafından uyarlanan Fosforlu Cevriye karakteri ile kadın erkek kocaman bir izleyici kitlesinin derin hayranlığını kazanmayı bildi.

Yeşilçam’daki özgür kadın imajını korudu

İşin bir de magazinsel yönüne değinmek gerekiyor. Çünkü Neriman Köksal toplum yargılarını kendine kelepçe yapmaktansa içinden geldiği gibi yaşamak istiyor, kafasına estiğini yapıyordu. Filmlerini seçtiği gibi flörtlerini, birlikteliklerini ve hatta evliliklerini bile kendi seçiyor. Kendi seçmesinde bir farklılık yok belki ama toplum yargılarıyla kendini kısıtlamaktan uzak duruşu olduğunu bilmek gerekiyor.

Misal hiçbir röportajında soy ismini öğrenemediğimiz bir Hikmet var. İlk aşkı Neriman’ın… Evli… Ayrılırken şak diye karar veriyor Neriman ve takıyor sepeti koluna.

Dönemin ünlü film yapımcısı Nevzat Pesen ile olan fırtınalı birlikteliği unutulmamalı.  Pesen Neriman’la tanıştığında evli olduğunu gizliyor. Sonra açığa çıkıyor tabi ama birliktelik devam ediyor. Hatta İzmir’deki ailesini İstanbul’a getiren Nevzat Pesen, eşini Neriman Köksal’la tanıştırıyor. Yaklaşık 7 sene süren birlikteliği sonlandıran Fosforlu Cevriye oluyor. Şak diye bitiriyor. Pesen, işlerinin de kötüye gitmesiyle bunalıma giriyor ve bir binadan atlayarak intihar ediyor.

Afet-i Devran’ın Divane olduğu tek aşkı var

Bir dönem birliktelik yaşadığı İzzet Günay’ı hiç unutamadığı söylenir. Hatta 1999 yılında hastanede yatarken yakın arkadaşı Çolpan İlhan’dan bu konuda yardım istediği de söylenenler arasındadır. Yıllar sonra gazetelerin magazin haberlerinde yer alan bilgilere göre Çolpan İlhan Günay’ı ikna edemiyor ancak sonrasında hastanenin yolunu tutuyor Günay. Son kez ve baş başa neler konuşulduğunu kimse bilmiyor ama Neriman Köksal bu diyarlardan uçmadan önce istediğine kavuşuyor.

Köksal’ın kahkahalarının ardındaki kocaman hüzün

Çok gülenin ömrü uzattığı anlayışına katılmakla birlikte genişletiyor Neriman Köksal. Bir röportajında; “Eğlenmeyi bilen insan çok güler. Çok gülerse ömrü uzar.” Şen kahkahasıyla hayatı ciddiye almadığı düşünülen Neriman Köksal’ın gülüşünün ardında kocaman bir hüzün sakladığı da dillendirilir.

Erken yaşta babasını kaybetmiş olmak, annesinin ikinci evliliğinden olan üvey kardeşleriyle birlikte yaşamak ve mahalledeki erkeklerle top peşinde koşturmak erken büyümesini sağlamıştır ya da buna sebep olmuştur. Ekonomik özgürlüğünü ailesinden gelebilecek tepkilere karşın eline alması ve ev hanımı olmakla birlikte ülkenin yıldızları arasında yer alması onu olgunlaştırmış, ona güçlü durmayı öğretmiştir.

Akılları baştan alan  Neriman Köksal’dır o… Aklı eksik gibi davranamaz… Dertlerini aşikar etmek yerine, içine atar. İçine attığı dertler yüzünde gülümsemeye dönüşür, bize de onun neşesinden bahsetmek düşer.

Sinema sektörü hakkındaki görüşlerinde ileriyi düşünüyor

Öncelikle o dönem emareleri olan sendikacılık anlayışının ülkemizde yerleşmesi gerektiğini düşünüyor. Ona göre sinemada başarılı olunabilmesi için mutlaka önce dışarı film satmak, satılan filmlerden elde edilen gelirle daha kaliteli, başarılı filmlerin yaratılabileceğini düşünüyor Neriman Köksal.

Çağdaşlarının aksine tiyatrodan hoşlanmıyor

Sinema için doğmuştur belki. Bilinmez… Çünkü tiyatrodan hiç hoşlanmıyor. Hatta gelen birçok teklifi de reddettiğini açık açık söylüyor gazetecilere.

Bir röportajında tiyatroda oynamak isteyip istemediği soruluyor. Gazetecilerin aldıkları cevapta Köksal; “Hayır hiç aklımdan geçirmedim. Her gece 9 dan 12 ye kadar evimi terkedemem. Çalışma şartları zor. Geçen gün Münir Özkul, yeni açacağı Aksaray tiyatrosunda oynamam için, bir teklifte bulundu. Tiyatronun ilk oynıyacağı Sevgili Gölge adlı eserde, başrolu vermek istedi. Kabul etmedim. Perdede oynamak daha zevklidir, daha kazançlıdır ve daha rahattır. Tiyatro daha zor, hem rol ezberlemek var, hem seyirci önünde hata yapmadan oynamak lâzım. Sinemada bir hata yaparsanız, sahne yeniden çekilir ve seyirci hiçbir zaman işin farkına varmaz. Ama tiyatroda böyle mi?” ifadelerine başvuruyor. Dediğimiz gibi, belki de sinema için doğmuştur.

Plak doldurdu, gazinolarda şarkı söyledi

Belki sinema için doğmuştur ama sinemamızın durgun olduğu dönemlerde çağdaşlarının başvurduğu bir yönteme başvuruyor mecburen; gazinolarda şarkılar söylüyor, plaklar dolduruyordu. Tıpkı Fikret Hakan, Fatma Girik gibi yıldız isimler arasına giriyor o da.

Sesi cılız ve kulakta kahkahası kadar hoş sada bırakmıyor ama yine de dinletiyor kendini çünkü o Neriman Köksal. Türk Sineması’nın yapı taşlarından biri.

Yurt dışına çıkmayı gereksiz masraf olarak görüyor

Meslektaşları yurt dışına çıkmak için fırsat kollarken o böyle seyahatlerin gereksiz masraf olduğunu düşünüyor. Yarını düşünmektense yurt dışı gezilere harcanan paralara acıyor Köksal.

Bir dönemin jönleri ona hasta

Evet, çünkü kendisi o kadar farklı bir profil çiziyor ki… Birliktelik yaşadığı isimlerin dışında Ali Poyrazoğlu, Ediz Hun gibi büyük isimlerin de açık açık duygularını belli ettikleri kadındır o. Hatta sinemamızın ilk kadın yıldızı ve kadın yönetmeni olarak gösterilen Cahide Sonku da onun çekiciliği ve farklılığı üzerine bakın neler söylüyor: “Cahide Sonku’nun tespitiyle ilk vamp kadın oyunculardan biridir Neriman Köksal. Önceleri Türk filmlerinde, başrol kadın oyuncu fahişeyi de canlandırsa, sevişmesi yasaktır. “Seyirci bunu kaldıramıyordu.” der Sonku. “Dolayısıyla starın yanında ikinci bir kadın oyuncu olurdu. İyi kadın esmerse kötü kadın sarışındı. Bir kadının işlevini iki kadın görüyordu. Cinselliği ön planda olan bir kadına ihtiyaç vardı. Bu da bir dönem Neriman Köksal oldu.”

Nice yıldızların gelip geçtiği Yeşilçam dünyasındaki yıldızlardan biriydi Neriman Köksal… Güzelliğini kullanmayı bilen ama ataerkil yapıdaki toplumda yeri geldiği zaman kabadayılık yapmasıyla övünüp tespih çeken özgür kadındır o. Aşklarıyla, üretkenliğiyle, şen kahkahasıyla, gizlediği hüzünleriyle tıpkı diğer güzel insanlar gibi bambaşka bir sinema emekçisidir Neriman Köksal…

Kaynak: 1 2 3 4 5 6

Fragmanı Yayınlanan Yeni Quentin Tarantino Filmi: Once Upon A Time In Hollywood

$
0
0

Quentin Tarantino hayranlarının merakla beklediği Bir Zamanlar Hollywood’da (Once Upon A Time In Hollywood) filminin fragmanı sonunda yayınlandı. Brad Pitt, Leonardo DiCaprio, Margot Robbie gibi dünyaca ünlü isimlerin de rol aldığı film, pek yakında beyaz perdede olacak. Pulp Fiction, Kill Bill, Sin City gibi filmlerle tabuları yıkarak sinemaseverleri kendine hayran bırakan ünlü yönetmenin yeni filmi, daha vizyona girmeden gündeme oturdu. Yayınlanan fragmanı ve film hakkında gözden kaçırmamanız gereken detayları sizin için listeledik.

Quentin Tarantino’nun merakla beklenen filminin fragmanı sonunda yayınlandı

Hippi kültürünün moda olduğu dönemleri konu alan Bir Zamanlar Hollywood’da filmi, efsane kadrosuyla birlikte adından uzunca bir süre söz ettireceğe benziyor. Neredeyse her filmi efsane olan Tarantino’nun 3 yıllık bir aradan sonra çektiği filmin 2019’un Ağustos ayında vizyona girmesi bekleniyor.

Pek yakında vizyona girecek filmin kadrosu ünlü isimlerle dolu

Leonardo DiCaprio, Margot Robbie, Brad Pitt gibi dünyaca ünlü isimlere rol veren Tarantino, Al Pacino, Kurt Russell gibi efsane isimleri de kadroya dahil etmiş. Yalnızca bu kadro bile sinemaseverleri heyecanlandırmaya yetiyor. Filmin fragmanı da oldukça beğeni topladı.

Başarılı yönetmen en son 2015 yılında ‘The Hateful Eight’ filmini sinemaseverlerin beğenisine sunmuştu

Karlı bir kış gününde yaşanan ilginç olayları konu alan film, Tarantino’nun kendine özgü üslubuyla adından söz ettirmişti. Ucuz Roman, Soysuzlar Çetesi, Rezervuar Köpekleri, Günah Şehri, Zincirsiz gibi birçok efsane filmin yönetmeni Tarantino, unutulmaz filmleri arasına bir yenisini daha ekleyebilir.

Fragmanı yayınlanan Once Upon A Time In Hollywood, 1969 yazında yaşanan bir cinayeti ve bir aktörün film sektörüne geçiş yapma çabasını konu alıyor

Daha önce popüler bir dizide oynayan ancak film sektörüne geçiş yapmaya çalışan genç bir aktör ve dublörü, Rick Dalton ve Cliff Booth, filmin ana hikayesini oluşturuyor. Roman Polanski’nin eşi Sharon Tate’e komşu olan Dalton’un yolu korkunç bir cinayetle de kesişiyor.

Film hakkında açıklamalar yapan Tarantino, senaryo üzerinde 5 yıldır çalıştığını söylüyor

Western filmlerinin yıldızı olan Rick Dalton (Leonardo DiCaprio) ve Cliff Booth (Brad Pitt), artık tanınmadıkları için Hollywood filmlerinde rol alamıyor. Ancak Rick’in çok ünlü bir komşusu var… Sharon Tate.

Filmin 14 Ağustos tarihinde İngiltere’de, 26 Ağustos’ta ise Amerika’da vizyona girmesi bekleniyor

Bir Zamanlar Hollywood’da filminin Türkiye’deki vizyon tarihinin ise Ağustos ayı sonunda olması bekleniyor.
Kaynak: 1

Yüzlerce Filmin Birinde Bile Kötü Adam Olamayan Nubar Terziyan Hakkında Bilinmeyenler

$
0
0

Yeşilçam’ın “Tonton Amca”sı… Hatırladınız değil mi? İsmini unutmuş olsak hatta bilmesek dahi yüzü gelir gözümüzün önüne. Kırmızı ve yufka kıvamındaki yanakları, “nur inmiş” yakıştırmasının eğreti durmadığı yüzü ve terapi etkisi yapan samimi, güçlü gülümsemesiyle ortaya çıkan o tatlı dede profili…  Çünkü o da birçok meslektaşı gibi yüreğimize dokundu çocukluğumuzda. Ebeveynlerimizin bile çocukluk ve gençliklerinin sessiz, geride kalmayı seven, masum yüzlü kahramanlarından biriydi. Evet, Nubar Terziyan bu Tonton Amca… Bu yazımızın konusu olsun istedik, elimizden geldiğince anlatalım kendisini. Anlatalım ki tanıyalım, bilelim güzel bir insanın hayatımızda nasıl rol aldığını.

Az bilinen ve gün yüzüne çıkmamış yönleriyle çocukluğumuzun Alyanak’ı Nubar Terziyan karşınızda.

Soyadını değiştirir ve tanıdığımız haliyle “Terziyan” olur

Bundan tam 110 yıl önce dünyaya geldi Terziyan. Kulağa uzun gelen bir zaman dilimi. Halbuki hala keyifle izleyebiliyoruz kendisini ve hala yakalıyoruz masumiyeti. Soyadı aslında Alyanak. Ailenin bugün kullandığı soyisim Alyanakziya olsa da Tonton Dedemiz bir demecinde soyismin sonundaki “ziya” ekinden bahsetmez.

Sinemaya başlayınca soyadını değiştirir ve Terziyan olarak tanınır. Bu değişikliğin sebeplerinden biri dönemin meşhur oyuncularından İhsan Alyanak ile karıştırılmak istemez. Diğer bir sebebi ise oğlu Berç Alyanakziya’nın anlattığına göre bir dönemin önemli yönetmenlerinden Arşavir Alyanak’tır. Bu isimle de karıştırılma ihtimalini göz önünde bulundurur Terziyan.

Terziyan, Osmanlı tiyatrosunda emeği olan Ermeni asıllı bir oyuncunun soyadıdır. Bu da onun bu soyismi almasının bir başka sebebidir.

 Kurduğu tiyatronun her köşesinde iz bırakır adeta

Bezciyan Lisesi’ni bitirdi fakat sonra hayalini kurduğu Darülbedayi (konservatuvar) onun için hayal kaldı. Giremedi ama tiyatrodan ne koptu, ne soğudu. Arkadaşlarıyla birlikte yarı-amatör Gençler Temaşa Heyeti isimli bir tiyatro kurdu. Bu tiyatroyu kurduğunda kendisi 13 yaşındaydı. Grubun yaş ortalaması da yüksek değildi zaten.

Şartların olumsuzluğundan yakınmak bir yana daha da hınçla sarılır tiyatroya. Yeri gelir yeni oyunların sahnelenmesi için gerekli yazışmaları düzenler, yeri gelir bilet satar gişede ve yeri gelir sahneye çıkıp gururla oynar oyununu. Usanmadan, şevkle ve kurduğu nice hayallerle…Ve yeri gelir Hamlet’in oynanması için  lazım olan kafatasını bir mezardan ödünç alır….

Tiyatronun her köşesine emek bırakır. Ekonomik getirisini düşünmeksizin ve bu emeğin yarınlara ulaşması dileğiyle… O dönemin koşulları düşünüldüğünde oldukça zahmetlidir yaptıkları ama o bunu düşünmez. Çünkü onun için keyifle yerine getirilmesi gereken bir koşuşturmadır, en keyifli ödevdir, hazzın adıdır.

Onun dünyası kurduğu tiyatro olur ama baba mesleğini bırakamaz

Bir yandan kurduğu tiyatro için ter akıtırken diğer yandan babasının manifaturacı dükkanını çekip çevirir. Yaşı 23’tür ama tiyatrodan kopmaması onun en büyük tesellisi ve yarına beslediği umududur.

İdeallerinin önüne çıkan engelleri kaldıramasa da doğru zamanı bekler.

Yıkılan hayallerinin altında kalmadı

Darülbedayi hayalinin suya düşmesi tek hayal kırıklığı değildir. Sivil polis olmak istediğini herkes bilir ama acı gerçekle karşılaşır bir gün; bu ülkenin vatandaşı olsa da gayrimüslimdir, polis olması caiz değildir. Bir hayalinin daha gerçekleşmeyeceğini anladıktan sonra dört elle sarılır, var gücüyle çalışır elinde kalan son hayaline; tiyatroya…

Kırkına merdiven dayamış olsa da vazgeçmez umudundan, hayalinden. 1948’de Atlas Film’den aldığı bir davetiye onun hayatı için bir dönüm noktasıdır. Efsuncu Baba filminde oynama davetidir bu. Rolü inceler ve hemen kabul eder. İşte o filmle tanınır sinemada ve o filmle birlikte gönüllere girer bir daha çıkmamak üzere.

Devam eden yıllarda durmaksızın koşar setlere. O filmden bir başkasına, bu filmden diğerlerine… 1950’li yıllar sinemamızın altın yılları olurken kendisi için de en verimli dönemlerdir. Bir bakarsınız babacan bir polistir tıpkı hayalini kurduğu gibi, bir bakarsınız iyi bir dost veya yaver… Ekranlarda hep iyi adamdır kendisi. Yüzlerce filmde rol almıştır birkaç yılda. Ekranların sevilen yüzü, yapımcıların vazgeçilmez oyuncusu olur.

İki baş dört ayak olurlar

Otuz üç yıllık eşi Katerin Hanım ile 1939’da evlenir. Terziyan için bu evliliğin anlamı “iki baş dört ayak” olmaktır. Eşini kaybettikten sonra bir daha evlenmez ve kabrini sık sık ziyaret eder ancak son zamanlarında seyrekleştirir bu ziyaretleri istemeye istemeye. Son kez ziyarette bulunduğunda da o nahif vaadini sunar hayat arkadaşına; “Yavrum, kusura bakma, fire verdim ama nasılsa toptan geleceğim, yerim senin yanın.”

Para istemez Terziyan

Yeşilçam’ın çok da bonkör olamadığı yıllardı Terziyan’ın  aktif olduğu yıllar. Birçok sorunun içinde boğuşmaktadır sinemamız. Terziyan da nasibini alır çağdaşları gibi.

“Çok param olsaydı ne yapacaktım? Hadi tutun bir araba alacaktım, o da kapının önünde duracaktı. Belki de hırsızlar lastiklerini sökecekti. Şimdi köşeye çıkıp dolmuş beklerken önümden kim geçse, ‘Buyrun Nubar Bey’ deyip arabasına davet ediyor. Parası olanın bir, bilemedin iki arabası olur. Ama gönül insanı olursanız bütün her şey sizindir. Sinemada parayı starlar kazanır. Biz o çok para alanların çevresini sarar onların biraz daha şöhrete kavuşmasını sağlarız.”diyecek kadar gözü toktur. Hatta; “Doğduğum memlekette kendimi sizlere sevdirdim, paradan ziyade sempatinizi kazandım.” diyecek kadar da mütevazıdır, yüce gönüllüdür.

Kendisine verilen küçük rollerden memnundur. Bu durumu sorun etmediği gibi; “Rol ufak da olsa seyircinin gözünde büyütürüm ben.” der.

Bir başka sohbette;  “Sokağa çıktığım zaman 25 kişi elimi öperse beş kişi yanaklarımı öper. Neden öper? Bana Alyanak soyadını takmışlar. Herkes yalan zannediyor bunu da, bazı inanmayanlar yanağıma mendil sürüp, ‘şunun boyasını çıkaralım da herkese tatlı gözükmesin’ diyor.”

“…Seyirciye kendimi sevdirmek için rolleri ben seçerdim. Zaten simam tatlıdır diye bana hep tatlı rolleri verirlerdi. Siz beni dışarıda görürseniz bu adam hırsızlık yapar, birisine kötülük yapar diye düşünür müsünüz. 64 senedir çalışıyorum filmde. Herkes bana ‘iyi adam’ diyor, ‘tatlı adam’ diyor… Hiç kötüyü oynamadım, seyircimin beni filmlerde kötü adam olarak görmesini, öyle hatırlamasını istemedim.”

Dedik ya; yüce gönüllüdür. Bir açıklamasında mutluluğu tarif etmek ister ve bakın nasıl bir masumiyet dökülür dudaklarından: “Şu oturduğum kat ve öldükten sonra gömülmek için bir mezar… Bir katım var oturuyorum, gömüleceğim yeri de biliyorum. Bundan daha büyük mutluluk olur mu?”

Denize aşıktır

Sinemanın Tonton Amcası, tiyatro ve sinemaya aşıktır ancak denize de tutkundur.  Mevsim ayırt etmeden yüzer.

Kışın yüzdüğü için kendisini garipseyenleri anlatır gülerek; “Bana deli diyenler kendileri deli ki yüzlerini bile yıkamadan gözlerinin biri kapalı beni seyrediyorlar.”

Denize olan tutkusu çocukluktan başlayan Terziyan, 11 yaşında gittiği Kumkapı’daki deniz hamamında boğulmak üzereyken oradaki görevlinin onu son anda kurtardığı anlatır: “Onun sayesinde hayattayım. Fakat bugün o geçmiş senelerin ve maceraların sayesinde deniz benim en aranan dostum ve ilacım oldu.” diye anlatır denize olan tutkusunu.

Terziyan’ı hüngür hüngür ağlatan ilan

Duygusal yapısıyla anlatılan Terziyan, Ayhan Işık ile oldukça yakındır. Hatta Işık kendisine diğer oyuncular gibi “baba” diye hitap eder.

Ayhan Işık’ın beklenmedik ölümü onu da sarsar. Gazeteye ilan vermek ister ve şöyle bir ilan yayımlanır ertesi gün:

“Oğlum Ayhan, dünya fanidir. Ölüm herkese nasip ama sen ölmedin zira geride bıraktığın bizlerin ve milyonların kalbinde yaşıyorsun. Ne mutlu sana… Amcan Nubar Terziyan”

Ancak bu ilanın imzasından rahatsız olan Ayhan Işık’ın ailesi karşı ilan yayımlar ve sinemamızın Taçsız Kralı “gayrimüslim sanılmaktan” kurtarılır…

Bu ilanı gören Terziyan, evinde hüngür hüngür ağlamış ve daha önce yayımladığı ilanı tekzip eden başka bir ilan yayımlar.

Sert olmak isteyen aile babası

Terziyan, ekranda tonton olduğu kadar özel yaşamında kendini geleneksel göstermek isteyen bir babaymış anlaşılan. Oğlu Berç Alyanakziya: “Babam kendini sert gösteren bir insandı, beni hiçbir zaman uyanıkken sevmemiştir.”  diyor.

Dünya bir yana torun bir yana

Oğluna sert olmak isteyen Terziyan, torunu ile olan ilişkisinde bambaşka biri olur. Torun Karin Alyanakziya anlatıyor:

“Ekrandakinden çok daha farklı biriydi. Sürekli çalışırdı. Mutfağa girer yemekler pişirirdi. Semt pazarına gitmeyi, muziplikler yapmayı severdi. Pazarda insanların arkasından yaklaşır, şakalar yapardı, çocuktum, utanırdım, anlamazdım. Bir gün misafirliğe gidilecekti. Bir paket aldı, küçük küçük kesilmiş ciğerleri pudra şekerine buladı, lokum diye. Gerisini siz düşünün…”

Oğlunun Nubar Terziyan Müzesi hayali

Oğul Berç Alyanakziya, çocukluğunun geçtiği ve babasını kaybettiği dairede kiracı olarak oturuyor. Evi müzeye dönüştürmek istiyor ancak ekonomik yetersizlikler önündeki en büyük engel.

Oğul Alyanakziya, babasının kişisel eşyalarından bazılarını hatıra olarak dağıtmış, fotoğrafları ise Türker İnanoğlu’ nun kurduğu müzeye vermiş.

Yüzlerce filmin karşılığında tek bir ödül aldı

Beş yüz civarında filmde rol alan Yeşilçam’ın emektarı Nubar Terziyan hayatı boyunca yalnızca bir kez ödül aldı. Ömrünün son yılında, 1993’te düzenlenen  5. Ankara Film Festivali´nde layık görüldüğü Emek Ödülü…

Nubar Terziyan, 14 Ocak 1994’te vefat etti. 84 yaşındaydı. Kabri, Balıklı Ermeni Mezarlığında bulunuyor.

 

Kaynak: 1 2 3 4

 

 

 

 

Siyasi Film Meraklılarının Arşivine Layık 20 Yerli Film

$
0
0

Türk sinemasının tüm şartlara rağmen beyaz perdeye taşıyabildiği istisnai yapımların başında politik filmler geliyor. Kimi zaman ülkenin tarihine damga vuran ve büyük toplumsal kırılmalara neden olan dönemleri konu edinen bu filmler, bazen de siyasi baskıların hayatlarını baştan sona değiştirdiği insanları mercek altına alıyor. Kendi dönemine konusundan kadrosuna tüm detaylarıyla çarpıcı izler bırakan arşivlik yirmi siyasi yapımı listeledik.

Açlığa doymak


Hazer Ergüçlü’nün çok konuşulan performansının dikkat çektiği Açlığa Doymak, Tıp Fakültesi öğrencisi Sena’nın sol örgüt üyesi devrimci abisinin kaybıyla yaşadığı travmayı dokunaklı bir hikayeyle anlatıyor. Abisinin ölümüyle Sena örgüte dahil olur. Nasıl olduysa, bir anda kendisini ağabeyinin davası içinde ve onun yarım kalmış işlerini tamamlarken bulur. Artık protesto için ölüm orucuna yatan eylemciler arasındadır. Burcu ise farklı bir depresyon içindedir… Yaşadığı berbat bir aşk acısı neticesinde, dağılan psikolojisini yemekle ve alkolle düzeltmeye çalışır. Tabi ki bu beyhude bir çabadır. Üstelik genç kız, gördüğü kortizon tedavisinin yan etkisi olarak sürekli kilo almaya devam etmektedir… Gittikçe çirkinleştiğini hisseder ve bu sefer de kilo verememenin çaresizliğine düşer; yeni yollar arar… Öte yandan çalıştığı gazeteden atılan Eyüp, karısını ve çocuklarını ve hayatına anlam katan her şeyi bombalı bir eylemde kaybedince, hiçbir amacı kalmayan bir adama dönüşür. Oradan oraya savrulması an meselesidir… Birbirlerinden ayrı hayatlar sürse de bir şekilde yaşamları teğet geçen bu üç insan hayata karşı hem açlığı hem de doyumsuzluğu sonuna kadar yaşayacaklardır. Zübeyr Şaşmaz’ın yönetmenliğini yaptığı filmin senarosunu Şaşmaz ve Mustafa Çevik üstleniyor. Mete Horozoğlu, Hazar Ergüçlü ve Didem Balçın’ın paylaştığı yapımın kadrosunda Ali Sürmeli, Uğur Çınar, Hakan Boyav, Musa Uzunlar ve Serkan Ercan gibi isimler de yer alıyor.

Su da yanar


Tarık Akan’ın başrolde yer aldığı film, siyasi bölünmelerin nice canları yaktığı, halk da artık kendi içerisinde parçalara bölündüğü, kendisi gibi olmayan herkesi dışlandığı ve ötekileştirmenin meşrulaştığı karanlık bir dönemi anlatıyor. İşte böyle karışık ve tehlikeli bir dönemde Nazım Hikmet’in hayatı üzerine film çekmek isteyen idealist bir genç yönetmen, filmi çekebilmek için gereken fonu bulmak zorundadır. Fakat böyle bir dönemde, bilhassa Nazım Hikmet gibi bir ismin filmini yapmak haliyle kolay olmayacaktır. Bu süreçte karşılaştığı engeller ve ürkütücü tablo, genç yönetmenin özel hayatındaki karmaşalarla ve zor tecrübelerle birleşince yönetmenin iç dünyası günden güne kararır. Dönemin siyasi çalkantılarının birey üzerindeki karamsar baskının başarıyla anlatıldığı yapımın yönetmen koltuğunda Ali Özgentürk yer alıyor.

Bu son olsun


Orçun Benli’nin yazıp yönettiği ilk uzun metrajlı filmi Bu Son Olsun, 12 Eylül’e mizahi bir bakış atıyor. Sokaklarda yaşayan beş evsiz genç Yaşar, Apo, Kovboy Ali, Cevat ve Ertuğrul, 12 Eylül 1980 sabahı geldiğinde sokağa çıkma yasağı ile karşı karşıya kalırlar. Ancak onların gidebilecekleri tek evleri vardır; o da yine sokaklardır. Yaşanan bir dizi yanlışlıklar komedisi sonucu kendilerini siyasi mahkûmlarla birlikte aynı cezaevinde bulurlar. Cezaevinde yaşanana karmaşada ve keşmekeş Yaşar ve arkadaşları için iyi bir fırsattır ve bu fırsatı değerlendirip kendilerine rahata erdirmeyi bilirler. Filmde beş evsiz arkadaşı canlandıran Mustafa Uzunyılmaz, Orhan Eşkin, Ferit Kaya, Volga Sorgu ve Ufuk Bayraktar’a Engin Altan Düzyatan, Hazal Kaya ve Deniz Uğur gibi isimler de eşlik ediyor.

F tipi film


Türk sinemasının herkesin çok bilmediği ama bilenin de siyasi derinliğiyle çok etkilendiği yapım F Tipi Film, dokuz farklı yönetmenin gözünden kısa filmler şeklinde izleyiciyle buluşan F Tipi yorumunu paylaşıyor. Grup Yorum’un tasarladığı ve aralarında Ezel Akay, Barış Pirhasan, Reis Karaçelik, Sırrı Süreyya Önder, Vedat Özdemir, Grup Yorum, Aydın Bulut, Mehmet İlker Aydınay ve Hüseyin Karabey gibi önemli yönetmenlerin kısa filmleriyle hayata geçen filmin oyuncu kadrosunda; Serkan Keskin, Erkan Can,Civan Canova, Tansu Biçer ve Fırat Tanış gibi başarılı isimler yer alıyor. Her kısa hikayenin izleyicinin yüzüne tokat gibi çarptığını söylemenin mümkün olduğu F Tipi Filmin müziklerinde Grup Yorum imzası var.

Takva


Erkan Can’ın efsane performanslarından birini sergilediği Takva kırmızı çizgiler arasında yer alan, din, tarikat, günah ve adalet kavramlarını çok ince bir görüyle sunuyor. Özer Kızıltan’ın yönettiği filmin senaryosunu Önder Çakar yazdı. Mutevazi bir adam olan Muharrem (Erkan Can) dini bütün ve münzevi yaşam tarzıyla mahallesinde sevilen sayılan bir adamken bir tarikata girişiyle başaşağı olan hayatından kesitler filmin omurgasını oluşturuyor. Tarikatla birlikte dindarlık kavramının ilginç çözülüşlerine dair iddialı kırılmalar seyirciyi de ters köşe yaparken Erkan Can’ın oyunculuğu gerçekten göz kamaştırıyor. Azar azar delirerek tüm inançlarını iradesi dışında sorgulamaya başlayan Muharrem’i kendini koruyamadığı bir çözülüş finali bekliyor.

Yaşamın kıyısında


Sevilen yönetmen Fatih Akın’ın siyasi filmler kategorisine giren filmi Yaşamın Kıyısın’da, enteresan kahramanlarının dramatik bir ilişki örgüsüyle karşımıza çıkışını anlatıyor. Geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz Türk sinemasının önemli oyuncularından Tuncel Kurtiz’in başrolde yer aldığı filmde bir örgüt üyesini canlandıran Nurgül Yeşilçay’ın da oyunculuğu görülmeye değer. Filmin konusu bir hayat kadınıyla hayat arkadaşlığı yapmak isteyen Ali, Ali’nin akademisyen oğlu Nejat ve örgüt üyesi Ayten’in keşisen hayatını anlatıyor. Yaşamın Kıyısında ile 2007 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan ve En İyi Senaryo Ödülü’nün sahibi olan Fatih Akın bu başarının ardından uluslararası festivallerin aranan isimlerinden biri oldu. Film ayrıca Cannes Film Festivali’nde Ekümenik Jüri Ödülü’nü de aldı.

Abluka


Türk sinemasının iddialı yönetmenlerinden Emin Alper’in topluma siyasi bir gözle baktığı filmi Abluka, İstanbul’un ghettolarında yaşanan ve metropolün çok görmek istemediği sosyo-ekonomik çarpıcı dokusunu sert bir şekilde ortaya koyuyor. Filmin konusuna gelince; Kadir hapishanedeki 20 yılın ardından şartlı tahliye olur ve emniyette çalışan Hamza’nın yardımıyla iş bulur. İstanbul’u saran büyük siyasi karmaşa atmosferi özellikle sokaklarda kendini göstermektedir. Kadir çöp toplayıcısı olarak girdiği bu paravan işin ardında aslında muhbir olarak çalışacaktır. Gecekondu mahallelerindeki çöpleri karıştırarak herhangi bir şekilde bomba malzemesi olup olmadığını araştıracak ve bulduklarını raporlayacaktır. Hapishane sonrası ilk uğradığı adres ise kardeşi Ahmet ile karşılaşır. Belediyede çalışan Ahmet ile yeniden kardeşlik bağını kurmaya çalışsa da bu çabaları tek taraflı kalır. Ahmet’in kendi içine kapanık bu hallerini Kadir kafasında farklı yorumlar ve komplo teorileri üretmeye başlar.

Kış uykusu


Nuri Bilge Ceylan sinemasının en iyileri arasında yer alan Kış Uykusu, siyasi görüşünü kapitalizmin dayanılmaz cazibesiyle günden güne kaybeden klasik Türk aydınını kritik edişiyle, birçok eleştirmenin dikkatini çekmiş bir film. Filmin ana karakteri Aydın’ın kendisiyle, geçmişiyle, hayatındaki eşi ve kardeşi olan iki kadınla olan hesaplaşmalarını etkileyici dialoglarla öne çıkaran Kış Uykusu, bir aydının anatomisini değişen koşullarla sert biçimde hikaye ediyor. Türk sinemasının Cannes tescilli, bol ödüllü yönetmeni Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filminden sonra hayata geçirdiği ve Cannes’da büyük ödül Altın Palmiye’ye layık görülen son filmi olan Kış Uykusu’nun başrolünde Haluk Bilginer yer alırken kadroda kendisine Demet Akbağ, Melisa Sözen, Ayberk Pekcan, Serhat Kılıç, Tamer Levent, Nejat İşler ve Nadir Sarıbacak eşlik ediyor.

Anons


Türk Bulgar ortak yapımı Anons, yönetmen koltuğunda Yozgat Blues ve Uzak İhtimal filmleriyle dikkat çeken Mahmut Fazıl Coşkun’u ağırlıyor. Ordudan tasfiye edilmiş dört askerin bir gecesini anlatan film, kara komedi klasmanında yer alıyor diyebiliriz. Filmin konusu; Teğmen Şinasi, Binbaşı Kemal, Binbaşı Rıfat ve Albay Reha aynı gece Ankara’da başlayacak olan askeri darbenin İstanbul ayağında, darbe bildirisini İstanbul Radyosu’ndan anons etmeyi planlamaktadır. Yeterince güçlü ve etkili yapılan bir anons sonucunda darbenin başarılı olacağından ve halk desteğini arkalarına alacaklarından emindirler. Fakat hiçbir şey bekledikleri gibi gitmeyecektir. Her şeyin planlama ve askeri güçle çözülebileceğine inanan bu dört asker, kendilerini başkalarının adına karar verebilecek konumda hissetmişlerdir. Fakat onları yenilgiye uğratan şey sivil hayatın görünmez gücüdür.

İki tutam saç: Dersim’in kayıp kızları


Politik belgesel kuşağında yer alan İki Tutam Saç, 1937-38 yıllarında Dersim’e yapılan “ıslah” amaçlı harekâtta ne kadar insanın öldürüldüğü, kaç kişinin batı illerine sürgün edildiğinin izini sürüyor. Belgeselde amca torunu olan iki kız çocuğunun Dersim Harekâtı’nda nasıl kaybolduklarını, askerlerce nerelere ve nasıl götürüldüklerini konu alıyor. Filmde iki etkileyici öyküde yer alıyor. İlk öyküde, Huriye ve Fatma’nın götürüldükleri yerlerdeki uyum sorunları, kaçışları ve ailelerinin izini sürmeleri anlatılıyor. Diğer öyküdeyse “evlatlık” götürülen fakat bugüne kadar bulunamayan Şemsi ile Sakine’nin hikâyeleri üzerinden, Dersimli ailelerin çocuklarını arama süreçleri beyazperdede izleyiciyle buluşuyor. Türkiye ve Almanya’da ayrı ayrı galalar düzenlenen film, vizyon şansı bulan nadi belgesellerdendi.

Cut


Fatih Akın filmilerinden bir diğeri Cut, Ermeni sorununun tarihi geçmişinden bir kesiti hikaye ederek başlıyor. Filmin konusu özetle şöyle; 1915, Mardin, Bir gece, Osmanlı askeri şehirdeki tüm Ermeni erkekleri toplar, demirci Nazarat Manukyan’ı da ailesinden koparırlar .Yıllar sonra, iki kızının hala hayatta olduğunu duyan Nazarat, kızlarını bulmayı kafasına koyar. Bu yolculuk onu Mezopotamya çöllerinden Havana’ya, oradan da Kuzey Dakota eyaletinin ıssız ve çorak arazilerine sürüklemiştir. Bu serüven, Nazarat’ı iyi kalpli insanlarla karşılaştırdığı gibi aynı zamanda kötü ve adeta şeytanın vücut bulduğu insanlarla da buluşturur.

Annemin şarkısı


Yönetmen Erol Mintaş’ın ilk uzun metrajlı filmi Annemin Şarkısı, annesi Nigar’la yaşayan Ali’nin Tarlabaşı’nda geçen sakin hayatlarının Doğu’da köylerinin boşaltılması üzerine göç alan mahallelerinde kesintiye uğramasıyla başlar. Şehirden uzak yüksek beton binaların arasına taşınmalarıyla beraber sorunlar da beraberinde gelir. Komşularının köye geri döndüğüne inanan Nigar, sabahları köyüne geri dönmek üzere evdeki eşyaları toparlar. Bazı günlerse, kendini İstanbul sokaklarına atar. Genç öğretmen Ali, gittikçe hastalanan annesini mutlu etmek için farklı yöntemlere başvurur: Hediyeler alır, gittiği her yere onu da motoruyla götürür, rüyalarına giren şarkının peşine düşer. Aynı zamanda, Ali kız arkadaşı Zeynep’in hamile olduğunu öğrenir; fakat kendini baba olmaya hazır hissetmemektedir. Ali iki kadının arasında çaresiz kalmıştır.

Menekşeden önce


2 Temmuz 1993’te, aydın ve sanatçılara karşı gerçekleştirilen Sivas katliamında, 12 yaşındaki oğlu Koray’ı ve 15 yaşındaki kızı Menekşe’yi kaybeden Hüsne Kaya, hayata tutunabilmek için yine Menekşe adını verdiği bir evlat dünyaya getirir. Menekşe büyüyünce, hiç görmediği abla ve ağabeyini yakından tanımak, yaşananları öğrenmek ister. Menekşe’nin, yazar Lütfiye Aydın’ın, katliamı anlattığı kitabıyla başlayan bilgiye yolculuğu; katliamdan kurtulanları ve olayın tanıklarını tek tek ziyaret etmesiyle devam ederken, izleyiciyi de yaşanan vahşetle yüzleşmeye götürür. Soner Yalçın’ın Oda TV davasından tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne gönderilmeden önce çekimlerine başladığı, daha sonra isteği üzerine arkadaşları tarafından tamamlanan “Menekşe’den Önce”; 49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yarışma dışı olmasına rağmen jüri tarafından “Toplumsal Vicdan Ödülü”ne layık görüldü.

Bahoz-Fırtına


Taşra’dan İstanbul’a okumaya gelen bir gencin ekseninde geçen film 90’lar Türkiyesine öğrenci muhalefeti çerçevesinde irdelenen aşk, devrim, arkadaşlık, yoldaşlık gibi kavramlara Kürt hareketi penceresinden bir bakış atıyor. 1990’larda, taşrada yaşayan Cemal, üniversite sınavını kazanıp İstanbul’a gelir. Geldiği ilk zamanlarda yalnızlık çekerken, sistem karşıtı devrimci bir gruba katılır. Yaşları daha küçük olan bu kişiler dünya düzenini değiştirmenin savaşını veriyorlardır. Cemal grubun öncülerinden Helin ile ideolojik bir çatışma halindedir, ama bu onun kimliğini keşfetmesine yardım eder. Cemal gibi olan Orhan ve Rojda adlı iki genç de Cemal’in geçtiği süreçten geçiyordur. Bu esnada gruplarıyla birlikte eyleme geçme fikri, gençlerin gelişimi gibi gerçeğe dönüşür. Fotoğraf filminden sonra Dûr (Uzak) adlı belgeseli çeken Kazım Öz, Fırtına filmiyle tekrar seyirci karşısında. Bahoz filmi, entelektüel çevrelerin bir kısmında heyecan ile karşılanırken, bazı sol çevreler, filmde öğrenci muhalefetinin tek taraflı değerlendirilmesini eleştirmişlerdir. Yine de konuyu ele alış biçimi açısından Bahoz kayda değer, ileride duran bir yapım olarak nitelendiriliyor.

Sonbahar


Sonbahar, Türkiye’nin karanlık zamanlarından biri olan “Hayata Dönüş Operasyonları” sonrasında cezaevinden salınan Yusuf adlı melankolik gencin yaşama dair mücadelesinden bir kesitin hikayesi. Devrimci bir genç olan Yusuf, 12 yıl kaldığı cezaevinden birkaç ay ömrü kaldığı için salınır. Çamlıhemşin-Fırtına Vadisi’ndeki köyüne, yaşlı annesinin yanına döner. Köyün bozulan ekonomisi yüzünden sadece yaşlıların kaldığı köyde, zamanını arkadaşı Mikhail ile yaşayamadıkları gençliklerini düşünerek ve akoru bozulan tulumunu onararak geçirir. Çoğu zaman hapishanedeki yaşamının alışkanlığıyla kendini eve kapatır ve iç hesaplaşmasını yaşar. Bir gün, ilçedeki bir meyhaneye Mikhail’in zoruyla gider ve Gürcü konsomatris kız Elka’ya aşık olur. Yakın olan ölümünü içinde saklarken, aşkından ayrılacağının acısı da acısına katılır. Dünyada ve Türkiye’de festivallere katılan, önemli ödüllere uzanan yapım, melankolik atmosferi, etkileyici görüntüleri ve karakterlerine yaklaşımı ile kendisini hissettiren politik bilinci ile dikkat çekiyor. Filmin bir diğer artısı da Türkiye coğrafyalarının bir zenginliği olan ve malesef artık kaybolmaya yüz tutmuş Hemşince, Lazca gibi dillerinin de kullanılmasıdır. Yönetmen koltuğunda Özcan Alper’in yer aldığı film, Onur Saylak’ın muhteşem oyunculuğunu da gözler önüne seriyor.

Pardon


Ülkedeki adalet sisteminin eksikliklerini ve aksaklıklarını bir tür kara mizahla beyazperdeye aktaran Pardon, tiyatro fenomeni, yazar, meddah ve sinemacı Ferhan Şensoy’un gerçek bir olaydan esinlenerek sinemaya aktardığı ilginç bir film. Pardon aslında üç yakın arkadaşın talihsiz hayatlarının hikayesi. Sıradan birer vatandaş olan üç kafadarın yaşamı, içlerinden birinin bir hatası yüzünden tamamen değişecektir. Her zamanki gibi akıp giden günler artık hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır. Vaktinden çok sonra askerliğini yapan İbrahim nerede bir resmi kıyafet görse hemen oradan kaçar olmuştur. Sadece masum bir korku gibi gözüken bu fobisi yüzünden sevdiği arkadaşları ve kendisinin başına gelmeyen kalmaz. Arkadaşlarıyla beraber kendini mahkeme salonlarından, hapishaneye kadar uzanan bir yolculukta bulur. Neler olup bittiğini anlamadan cezaevine düşen, üç arkadaşın akılları hep dışarıdadır. Ama geride kalanlar yavaş yavaş kendi yollarını çizmektedir. Sürpriz finaliyle izleyiciden tam not alan film listeye girmeye hak kazanan politik bir kara komedi.

Eylül fırtınası


Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğini yaptığı ve Tarık Akan’ın başrolde yer aldığı Eylül Fırtınası bir askeri darbe ile hesaplaşma filmi. Filmin konusu 12 Eylül darbesini dramatik bir hikayeyle anlatıyor. 12 Eylül yeni patlak vermiştir. Beş yaşındaki Metin ise bir umutla kendi kendine türküler söyleyerek kaybolan annesini beyhude beklemektedir. Metin’in annesi Ayten ise bir devrimci dava bahanesi ile polisler tarafından tutuklanmıştır. Metin, annesiz kaldığı için hapishanedeki annesinin yanına götürülür. Annesi her ne kadar durumu ona yansıtmamaya çabalıyor olsa da, Metin her şeyi anlamıştır. Artık annesinin özgürlüğü çok uzaklardadır.

Zincirbozan


Türkiye’nin yakın tarihindeki en çalkantılı dönemi olan 1979-1983 yıllarını anlatan politik film Zincirbozan’ın senaryosu, gazeteci Avni Özgürel tarafından yazıldı. Yönetmenliğini Atıl İnaç’ın, görüntü yönetmenliğini Gökhan Tiryaki’nin üstlendiği Zincirbozan’da filmin ana karakterleri dönemin önemli siyasi ve askeri figürleri. Filmde, Bülent Emin Yarar Bülent Ecevit’i, Haldun Boysan Süleyman Demirel’i, Suavi Eren Kenan Evren’i, Suna Selen Rahşan Ecevit’i, Ayşe Tunaboylu Nazmiye Demirel’i canlandırıyor. Gazeteci Abdi İpekçi suikastı ile başlayarak, 12 Eylül 1980 askeri müdahalesine kadar tırmanan terör olaylarını, bu olaylarla başa çıkmaya çalışan siyaseti, ordunun yönetime el koymasını, siyasi liderlerin sürgüne gönderilişlerini ve o süreçte yaşananları konu alıyor.

Gecenin kanatları


Serdar Akar’ın yönetmenliğini Mahsun Kırmızıgül ve Ahmet Küçükkayalı’nın senaristliğini yaptığı filmin konusu şöyle; Gece: Daha çocukken sivil bir baskın sonucu anne ve babasını kaybeder. Devrim fikirleri ile büyütülüp intikam almaya yemin etmiştir ve canlı bomba olmaya karar verir. O zamana kadar tek düşündüğü şey intikam olan gen kız, İstanbul’a gelince hayatın daha farklı ve yaşanabilir yönlerine şahit olur. İstanbul’a ilk adım attığında karşısına bir genç çıkar ve aşık olur. Ama fikirlerinden vazgeçebilecek midir? Genç yaşında hayata gözlerini kapatmak yerine yaşamayı, aşık olmayı seçebilecek midir?

Uçurtmayı vurmasınlar


Özellikle 80 doğumlu neslin kült filmleri arasında yer alan Uçurtmayı Vurmasınlar,
Tunç Başaran’ın yaptığı 1989 yapımı uzun metrajlı Türk sinema filmi. Çekimleri Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde gerçekleşen film beş yaşındaki bir çocuğun gözüyle kadınlar hapishanesinin ve sevginin öyküsünü anlatıyor. Küçük Barış’ın (Ozan Bilen) bu dört duvar arasında ne işi olduğunu sorgulatan oysa Barış’ın esrardan tutuklanan annesinin vebalini ödediğini anladığımız Uçurtmayı Vurmasınlar, küçük Barış’ın henüz algılayamadığı bir garip dünyanın içinde her yanı soğuk ve sağır duvarlarla çevrili bir hapishane avlusunda gökyüzünü ve özgürlük uçurtmalarını mutlulukla izlemesini sarsıcı biçimde paylaşıyor. İzleyici filmin, İnci ablasının (Nur Sürer), özgürlüğüne kavuştuktan sonra bir gün uçurtma olup geri döneceğine söz vermesinin ardından Barış’ın hayal kırıklığıyla İnci’yi bekleyişiyle son bulacağını düşünürken avlunun üzerinde süzülen bir uçurtma belirir.

Kaynak: 1 2 3 4

Çukur’un Tekerleklerle Çatışma Sahnesiyle İlgili Atılmış 27 Eğlenceli Tweet

$
0
0

Çukur dizisi başladığı günden itibaren her bölümüyle olay yaratmayı başarıyor. Dizi Çukur adlı bir mahalle etrafında dönüyor ve çoğu zaman “aile” gibi olan mahalle halkı Çukur’u korumak için elinden geleni yapıyor. Dün yayınlanan 58. bölümde de mahallede çıkan bir çatışma izleyenleri hem şaşırttı hem de güldürdü. Çatışma sahnesi o kadar absürttü ki dizi sosyal medyanın diline düşmekten kurtulamadı…

Her bölümüyle olay yaratan dizi Çukur’un dün 58. bölümü yayınlandı. Genel olarak şiddetin ve çatışmaların sıklıkla görüldüğü dizi yine bir çatışma sahnesiyle tarihe geçti diyebiliriz

Bu defa başrolde tekerlekler vardı. Tekerleklerin içindeyse silahlı adamlar. Yuvarlanan tekerlekler…

Elbette bu abartılı çatışma sahnesi sosyal medyanın hedefi oldu. Ortaya oldukça eğlenceli tweetler çıktı. Gelin önce o sahneyi izleyelim

1. İşte sosyal medya tepkileri…

2.

3.

4.

5.

6.

7.

8.

9.

10.

11.

12.

13.

14.

15.

16.

17.

18.

19.

20.

21.

22.

23.

24.

25.

26.

27.

Türkiye’ye Sinemayı Getiren Adam Sigmund Weinberg’in Etkileyici Hikayesi

$
0
0

Sigmund Weinberg beyaz perdenin Osmanlı’ya tanıtılmasına öncülük eden, bu alanda ülkemizdeki çeşitli ilkleri gerçekleştiren girişimci bir isim. Sinemanın dünyadaki başlangıcı Lumiere kardeşlerin icat ettiği ‘’Cinematographe’’ ile 1895’te Paris’te gerçekleşmiştir. Onu takip eden yıllarda büyüyen, gelişen sinema birçok ülkede olduğu gibi bizde de meyvelerini vermeye başlamıştır. Bunun en büyük sağlayıcılarından biri olan Sigmund Weinberg ve sinema dolu hayatına bakacağız. Aynı ismi taşıdığı, psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un sinemaya mesafeli yaklaşması ise dipnot verilesi bir durum…

Sigmund Weinberg 1868 yılında Romanya’nın Galiçya bölgesinde dünyaya gelir

Aslen Polonya (Leh) Yahudisi olan Weinberg’in Osmanlı’ya geliş tarihi tam olarak bilinmese de 1885’te ülkemizdeki ilk dükkânını açtığı bilinir

Ayrıca İstanbul Galata’da bir dükkân işlettiği, burada fotoğraf malzemeleri sattığı ve sinemanın yanı sıra tiyatroyla da ilgilendiği belirtilir

Sigmund Weinberg ilk uzun metraj film çalışmalarının ülkemizdeki öncüsü olduğu kadar Türkiye’ye gramofonu getiren de ilk yabancıdır

Onunla ilgili en meşhur anekdotlardan biri 16 Ocak 1897’de Galatasaray’daki Sponeck Birahanesi’nde halka açık ilk film gösterimini yapmasıdır (Fotoğraftaki tarih muhtemelen yanlış, çünkü dünyanın ilk filmi belirttiğim üzere 1895’te Lumiere Kardeşler tarafından çekildi)


Türk gazeteci ve yazar Ercüment Ekrem Talû da (1886 – 1956) bu gösterime gitmiştir. O günü şöyle anlatır: ‘’Tam senesini söyleyemeyeceğim ama galiba 1896/97 sıralarında idi. Bir cumartesi günü rahmetli ağabeyim Nijat’la mektepten çıktık, eve gidecektik. Nehari arkadaşlarımızdan biri yolumuzu kesti: ‘Haberiniz var mı?’ dedi. ‘Şurada Sponeck salonunda bugün sinematograf göstereceklermiş. Pek meraklı bir şey diyorlar…’ Öğleden sonra evden izin koparmak kolay oldu… Kapıdan, onar kuruş vererek girdik. En ön sırada yer bulduk oturduk. Zaten çok kalabalık olmadı. Sıralar dolmadı bile. Nerede sinemalardaki tehalük… Karşımızda bir, bir buçuk metrelik bir beyaz perde duruyordu. Yan duvarlardaki ilanlardan bir şey anlamıyorduk: ‘Canlı Fotoğraf’, ‘Asrın Harikası’, ‘Endonezya’da Boğa Güreşi’… Derken ortalık birden karardı, korktuk… Avrupa’nın bir yerinde bir istasyon. Bacasından fosur fosur kara dumanlar savuran bir lokomotif.. Rıhtım üstünde telaşlı, telaşlı insanlar gelip, gidiyor. Hepsini sara nöbeti tutmuş sanırsınız. Hareketler o kadar hızlı, ölçüsüz, acaip… Mektepte bunun münakaşası haftalarca sürdü. İstanbul halkı da ekseriyetle bu mevzu üzerinde konuşuyordu. Kimi bu sihirli icadı gidip görmeyi günah sayıyor, kimi gidip gördüğünden dolayı tövbe ediyor, ileri fikirliler ise bir medeniyet unsurunun daha yurda girmiş olduğuna seviniyorlardı.’’

Sinemanın dünyadaki öncü isimleri Lumiere Kardeşler başta olmak üzere Avrupa’daki fotoğraf makinesi üreten şirketlerin Osmanlı’daki ayağını Sigmund Weinberg temsil eder

1900’e gelindiğindeyse sinematografın tüm haklarını Lumiere Kardeşlerden satın alan Fransız Pathe şirketinin ülkemizdeki temsilcisi olur

Bu sırada bu girişimcinin hayatına kısa virgül koyalım ve devam edelim: 1908’deki İkinci Meşrutiyet’in ilanına kadar sinema Osmanlı’da hızla yaygınlaşır

1908’de Makedon asıllı iki Osmanlı vatandaşı iki dakikalık bir belgesel filmi çekerler: Türklerin Hürriyet Üzerine Konuşmaları

Demin bahsettiğimiz Fransız Pathe şirketi de bu devinimin gerisinde kalmak istemez ve sinema salonları açmaya yönelir

Şirketin Osmanlı’daki temsilcisi olduğunu söylediğimiz Sigmund Weinberg de 30 Ocak 1908’de Pathe Sineması adıyla ülkemizdeki ilk yerleşik sinema salonunu İstanbul Tepebaşı’nda açar. Daha sonra adı Belediye Sineması olan bu mekânı 8 yıl işletir

Konaklar ve okullarda da film gösterimleri yapmaya başlayan Weinberg 1915’te devrin en lüks sinemalarından Cine Palace’taki Aynalı Sinema’yı himayesine alır

Aynı yıl Birinci Dünya Savaşı dolayısıyla, Osmanlı’nın müttefiki Almanya’ya giden Enver Paşa burada Alman ordu sinemasını ve çektiği filmleri görür. Osmanlıda da böyle bir ordu sineması olması gerektiğini söyler

Böylece 1915’te Merkez Ordu Sinema Dairesi (MOSD) kurulur ve Sigmund Weinberg buranın da başına geçer

Yaklaşık 1 yıl görevde kalan Weinberg savaş sırasında İstanbul’da gösteriler yapan Millî Operet Kumpanyası ile anlaşır

Buna göre kumpanyanın oynadığı Leblebici Horhor ve Himmet Ağa’nın İzdivacı adlı eserleri filmleştirme kararı alır

Leblebici Horhor, Türk sinemasında çekilen ilk konulu film olma özelliğini taşısa da filmin oyuncularından birinin aniden vefatı ile çalışma yarım kalır. Himmet Ağa’nın İzdivacı da oyunculardan çoğunun askere katılma zorunluluğundan ötürü tamamlanamaz

Birinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle Polonya uyruklu vatandaşların ülke dışına çıkarılması nedeniyle Sigmund Weinberg bir süre gözlerden kaybolur

1925’te tekrar gözükmeye başlayan işletmeci bu defa Grand Rue Pera üzerindeki Orientaux Sineması’nın işletmesini alır

Daha sonra ne yaptığına dair kesin bilgiler olmamakla birlikte 1950’li yıllarda hayatını yitirdiği söylenir

Sigmund Weinberg hakkında yeterli kaynak olmasa da bu çalışmalardan biri: Burçak Evren – Sigmund Weinberg: Türkiye’ye Sinemayı Getiren Adam (1995)

Bir diğer kaynak: Ali Özuyar – Devlet-i Aliyye’de Sinema (2007)

Filmlerden Fırlamış Gibi Görünen 20 Sıradan Kişi

$
0
0

Sinemada bir film izledikten sonra eve tren yolculuğu yapıyorsunuz ve aynı trende sinemadaki ana karaktere benzeyen birini görüyorsunuz. Bu gerçek olamayacak kadar iyi görünse de, bazı kişiler buna şahit olmuş. Hatta bazı şanslılar en sevdikleri film karakterlerinin muadilleri ile yüz yüze gelmiş. Film karakterlerini gündelik yaşantılarında da karşılarında gören kişiler bu anları fotoğraflamış. İşte, filmlerden fırlamış gibi görünen 20 sıradan insan…

1. Vine’da ki komedi üçlüsünden birisi olan Cole, Frozen’dan Kristoff’a benziyor.

2. Bu Norveç denizci teğmeni, Thor’a çok benziyor. Thor’un çekicine benzer bir balta bile kullanıyor.

3. Trende oturan bu adam, Gru’ya çok benziyor. Ona kölelerin yerini sormak için can atıyorum.

4. X-Men’den Wolverine, otobüs yolculuğunda! Doğrusu bu kadar benzerlik şaşırttı!

5. Petunia Teyze’ye benzemesi gerekirken, Harry Potter’a daha çok benzeyen bir kadın.

6. Bir restoranda arkamdaki bu adam, Yüzüklerin Efendisi’nden Gandalf’a çok benziyor. Belki de çalışanlarını masanın altına gizlemiştir.

7. Harry Potter gibi görünen satış görevlisi gözlük takmaya başlayınca oldukça dikkat çekmiş.

8. Bu havayolu çalışanı bize Harry Potter’dan Snape’i hatırlatıyor.

9. Birinin büyükannesi, aynı Mrs. Doubtfire’a benziyor.

10. Tangled’den Flynn Rider’in Malezya kökenlisine bir bakın!

11. Bu Instagrammer, Game of Thrones’tan Jon Snow’a benziyor. Sence de öyle değil mi?

12. Belki de işkolik Adam DeMamp, küçükken böyle bir çocuğa benziyordu.

13. Bu adam, Toy Story’den Woody’ye onu seslendiren Tom Hanks’tan daha çok benziyor.

14. Fırıncılık yarışmasından bu kız, The Incredibles’dan bebek bakıcısı Kari’ye çok benziyor.

15. Bu adamın özellikleri Dexter ile birer birer karşılaştırıldığında aynı olmayabilir, ancak bir bütün olarak ele alındığında birbirlerine benziyorlar.

16. Bu adam, Açlık Oyunları filminden Peeta Mellark’a benziyor.

17. Bu adam, Game of Thrones’tan Tyrion Lannister ile ilişiği olabilir gibi görünüyor.

18. Bu spor öğretmeni, The Walking Dead’den Rick Grimes’a benziyor. Umarım okulu zombiler basmaz!

19. NCIS’ten Abby, sen misin?

20. Bu Instagrammer, The Hunchback of Notre Dame’den Esmeralda’ya benziyor.

Bonus: Bu toplu taşıma aracındaki kişiler, Harry Potter karakterlerine oldukça benziyor. 9 3⁄4 treni olduğu tahmin edilen bu araçtaki insanların kim olduklarını bulabilir misin?

Kaynak: 1


Sinemaseverleri Ayıran İki Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan Mı? Zeki Demirkubuz Mu?

$
0
0

Yıllardır süregelen Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz küslüğü, dolayısıyla işlerinin sıklıkla karşılaştırıldığı gerçeği ve sinemada iki ayrı kolun oluşması… Tüm bunlara geniş bir çerçeveden bakarak işlerini karşılaştırmaktan ziyade, her yönetmenin farklı tarzları olduğunu düşünerek sinemaseverlere bir bakış açısı sunuyoruz… Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan filmleri ve karakterlerinin denklemini buyrun burada çözelim!

“An”ları anlatan Nuri Bilge Ceylan ile başlayalım…


26 Ocak 1959 İstanbul doğumlu, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Mühendisliği bölümü mezunu Nuri Bilge Ceylan, Mimar Sinan Üniversitesi Sinema bölümünde yüksek lisans yapmıştır. 1993 yılında Cannes Film Festivali’nde yarışmaya seçilen Türk filmi olan “Koza” yı çekiyor.
İlkler konusunda bir hayli dolu olan Ceylan; Uzak filmiyle 23 tanesi uluslararası olmak üzere toplam 47 ödül almıştır. Cannes Film Festivali’nde Büyük Jüri Ödülü’nü, Kış Uykusu ile de Altın Palmiye Ödülü’nü alıyor. Daha saymakla bitmeyecek olan adaylıkları da mevcut olan Nuri Bilge Ceylan, meyvelerini toplamakta hiç de fena sayılmaz…

“Hal” leri anlatan Zeki Demirkubuz ile devam edelim


1 Ekim 1964 Isparta doğumlu olan Demirkubuz, liseyi yarı dönemde bırakarak fabrikada çalışmaya başladı. 1980 darbesinden sonra tutuklanarak 3 yıl hapis yattı. Bu dönemde keşfettiği Dostoyevski, filmlerinde de karşımıza çıkıyor. Sonrasında liseyi dışardan bitirip İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde eğitim hayatına devam etti.
1994 yılında, ilk uzun filmi olan “C Blok” u çekti, SİYAD tarafından En İyi Yönetmen ve Film Ödülü’ne sahip oldu. “Masumiyet” filmiyle birlikte Venedik Film Festivali’nde yer aldı. “Üçüncü Sayfa” adlı üçüncü filmi de Rotterdam, Locarno gibi birçok festivalde gösterildi, Bekleme Odası ve Masumiyet’ in başlangıcını anlatan ve FIPRESCI Ödülü’nü aldığı “Kader” i çekti. 2009’da “Kıskanmak”, 2012’de En İyi Film, En İyi Yönetmen ödülünü aldığı “Yeraltı” adlı filmini çekti. Burada da güzel meyveler toplandığını görüyoruz…

Zeki Demirkubuz’un meşhur kapanmayan kapıları, Nuri Bilge Ceylan’ın zamansız çalan kötü telefon melodileri…


Her iki yönetmende de bir sorunsal süregeliyor; kapanmayan kapılar, uzun uzun bakan adamlar, bir elmanın yuvarlanışının saniyelerce gösterilmesi, karakterler ile örtüşen mesajlar, yumurtaya izmarit basmak; yalnızca mimiklerin gösterimi ve uzun soluklu duruşlar… Tüm bunlar her iki ayrı yönetmenin de filmlerine attıkları imzalar olarak karşımıza çıkıyor.

Zeki’yi yolda görsen abi, Nuri’ye bey dersin!


Yaşam şartlarından ve filmlerindeki ayrımlardan dolayı sinemaseverlerden genelde böyle bir yorum geliyor. Zeki Demirkubuz daha zorlu yaşam şartlarından bu zamana gelmiş, Nuri Bilge iste baştan şanslıymış donanımlı bir şekilde var olmuş düşüncesi hakim. Nuri Bilge Ceylan’ın fotoğrafçı olmasıyla da çok büyük ilgisi olan sinematograf bir kareye sahip olması, filmlerinin her karesinden sanat akıyormuş hissi yaratır. Zeki Demirkubuz’un da yazar olması, filmlerindeki diyaloglara; derinlik ve seyirciyle oyuncu arasındaki empatinin kuvvetine bakıldığında oldukça hissedilir cinsten.

Demirkubuz’un Dili Sinemayı kullanırken; Ceylan Bir Sinema Dili Yaratır


Zeki Demirkubuz’un filmlerinde ise, karakterler ve hikaye baş köşededir. Oyunculuklar derin; akılda kalıcı ve diyaloglar vurucudur, asıl mesele onlardadır. Karakterler üzerine saatlerce analiz yapılabilir bir kıvamda sunar izleyiciye karakterlerini. İşin teknik kısmında geri planda kalan Demirkubuz, Ceylan gibi Uluslararası bir yönetmen olamayışının da sebebini buna bağlayabilir. Sinemadan ne beklediğinizle alakalı olarak; bir yanda muazzam kare ve açılara sahip, teknik anlamda insanı doyuran filmler, diğer taraftan ise karakteri tümüyle içinize alabildiğiniz, saatlerce konuşulduğunda bile bitmeyen analizler üretilebilen, derin anlamların çıkarılabildiği filmler…
Her ikisi de çok farklı işleyişler ile çekiyor filmlerini, durum böyle olunca ayrımlar da normalleşiyor ve her iki başarılı yönetmenin de sinemaya kattıklarını görerek bazılarımız tercihini birinden yana kullanıyor olabilir. Sonuç olarak sinemaya ayrı ayrı kattıkları değerler ile biz sizi aynı anda da seviyor ve kutluyoruz Sayın Demirkubuz ve Ceylan. 🙂

 

Dinlediğiniz Anda Aklınıza “O Filmi” Getirecek 10 Şarkı

$
0
0

Yönetmenlerin başarılı seçimleri, bu şarkıların hafızalara filmin sahnesiyle birlikte kazınmasını sağladı. Öyle ki, şarkıyı duyunca direkt filmin o sahnesi gözümüzün önüne geliyor. Bu da demek oluyor ki hem doğru sahne hem doğru şarkı! Bunu başarabilmiş yönetmenlerden çıkan unutulmaz sahneler, şarkı sahibinin de, izleyicinin de yüzünü güldürecek cinsten. Bazıları film için bestelenmiş şarkılar olsa da çoğu filmden daha önce var olan ama o film sayesinde parlamış şarkılardan oluşuyor. Liste karşınızda, keyifle!

1. Wayne’s World / Queen – Bohemian Rhapsody

Mercury’in hayatının anlatıldığı filmde; Austin Powers rolüyle ünlenmiş olan Mike Myers, “Bohemian Rhapsody” şarkısını beğenmeyen EMI yöneticisi rolünü üstlendi. 1992 yapımı olan Wayne’s World filminde ise arabada arkadaşlarıyla “Bohemian Rhapsody” şarkısını seslendirerek, listelerde 2. sıraya taşınmasını sağladı. 90’lı yıllarda hayli dikkat çeken kasetten çalan bu şarkı, popülerliğini çifte katlamış oldu.

2. The Matrix / Rage Against The Machine – Wake Up

Matrix üçlemesindeki ilk filminin bitiminde çalan o efsane sahneye eşlik eden şarkı. İnsanın enerjisini yerine getiren bu şarkıyı nerede duysak gözümüzün önüne o sahneler gelmiyor mu?

3. Reservoir Dogs / Stealers Wheel – Stuck In The Middle With You

Filmde yakalanan polisin kulağının bu şarkı eşliğinde itina ile kesildiği o sahne… Unutmak ne kadar mümkün olabilir? Tarantino’nun meşhur sahnelerinden biri olan kısım, şarkıyla bütünleşmiş bir şekilde akıllarda yer etmeyi başarıyor.

4. Fight Club / Pixies – Where Is My Mind

Fight Clup’in kapanış şarkısı, fondaki “oooh” sesleri ile dinleyene adeta boyut atlatıyor ve filmin tüm derinliklerine bir anda girmenizi sağlıyor. Saykodelik bir cümbüş içersindeymişsiniz gibi hissettiren şarkı, filmin sonuna öyle bir yerleşmiş ki duyulduğu anda o kareleri akla getirmemek münkün değil!

5. Scent Of A Woman / Carlos Gardel And Alfredo Le Pera – Por Una Cabeza

Sözleri Alfredo Le Pera’ya ait olan Por Una Cabeza; İspanyolca “at başı” anlamına gelir, at yarışlarında kullanılan ve türkçedeki “burun farkı” anlamına gelen bir terimdir. Atlara olan tutkusunu aşık olduğu kadına karşı duyduğu hislerle karşılaştıran bir at bahisçisini anlatan şarkı; tutku ve aşkın en uç yerlerine dokunarak seyirciyi ve dinleyiciyi mest ediyor.

6. Titanic / Céline Dion – My Heart Will Go On

Hepimizin aşina olduğu bu romantik filmin romantik şarkısı da hafızalara kazınmış durumda. Yasak ve özgürlük hislerinin çakıştığı noktada giren şarkı ve sahnelerin uyumu, etkisini ikiye katlayarak seyirciye ulaşıyor. İşte efsane olmuş film ve klasikleşmiş şarkısı da edinleyeni filme götürmekte hiç gecikmiyor.

7. Amélie / Yann Tiersen

Masal diyarındaymışsınız gibi hissettiren Yann Tiersen, insanı mutluluk dolu bir hüzne aynı zamanda inanılmaz bir dinginliğe sürükleyerek avcuna alıveriyor. Filmin neredeyse her köşesini kaplamış olan Yann Tiersen, imzasını kuvvetli bir şekilde atmış ve özdeşleşen film ve müzik kategorisine başarıyla adını yazdırmıştır.

8. Leon / Sting – Shape Of My Heart

Leon’un son sahnesinde karşımıza çıkan şarkı, yine filme nokta atışı bir şekilde vuruşunu yapıyor. Mathilda’nın hüznü, heyecanı, teslimiyeti bu şarkıyla birleşince yeniden bir hikayeye dönüşebiliyor. Hem hüzünlendirip hem de aşırı gaz verme gibi bir durumu olan bu şarkı, Leon’dan ayrı düşünemeyeceğimiz bir yapım.

9. Terminator / Guns’n Roses – You Cold Be Mine

Amerikalı ünlü rock grubu Guns N’ Roses’ın 1991 tarihli albümünde yer alan unutulmaz şarkının klibi de bir o kadar efsane olmuştur. Gaza getirme seviyesi oldukça fazla olan bu şarkı, gelmiş geçmiş en iyi bilim kurgu serisinden olan Terminator’e yakışmakla kalmayıp çıtayı baya bir yükseltmiştir.

10. Armageddon / Aerosmith – I Don’t Wanna Miss A Thing

Aerosmith’in belki de içinde en fazla duyguyu barındıran şarkılarından biri olan I Don’t Want to Miss a Thing, filmin önüne bir nebze de olsa geçmiştir. O zamanların ergenliğinde oldukça parlamış olan şarkı, 1999 yılında en iyi film müziği dalında Oscar adayı da olmayı başarmıştır.

Sevgilinizle İzleyebileceğiniz ve Buluşma Gecesini Taçlandıracak 15 Film Önerisi

$
0
0

Sevgilinizle buluştuğunuzda, -özellikle de ilk zamanlarda- izleyecek film seçmek zor zanaat. Fazla duygusal olmayacak, ağlak olup iç sıkmayacak, çok ağır ilerleyip baymayacak, aksiyonu, gerilimi dozunda olacak, iki tarafı da uyutmayacak derken liste uzayıp gidiyor. Biz de çift olarak film izleyeceklere kolaylık yapalım, iki tarafın da keyifle izleyeceği bir derleme yapalım dedik. Ortaya 15 filmlik bu liste çıktı.

1. Scott Pilgrim vs. The World (2010)


Hem komik, hem romantik, hem çizgi roman göndermeleri taşıyor. E daha ne olsun? Spaced dizisiyle çok sevip Shaun of the Dead’le hasta olduğumuz ve son olarak Baby Driver’la ortalığı yıkıp geçen Edgar Wright’ın yönetmen koltuğuna oturduğu filmde Michael Cerave Mary Elizabeth Winstead başrollerde.

2. One Day (2011)


Üniversite mezuniyetinin hemen akabinde tek gecelik bir ilişki yaşayan, ancak daha sonra hiç kopmadan her yılın aynı günü görüşmeye devam eden Dexter ve Emma’nın çok yönlü hikayesini anlatan One Day, David Nicholls’ın çok satan romanından uyarlandı. Anne Hathaway ve Jim Sturgess başrollerde; yönetmen koltuğunda ise Italian for Beginners ve An Education’la sevdiğimiz Lone Scherfig oturuyor.

3. Annie Hall (1977)


“Klasiklerden şaşmayalım” derseniz önerimiz elbette Woody Allen imzalı Annie Hall. Kadın-erkek ilişkileri üzerine izlenebilecek en özgün filmlerden biri olan ve romantik-komedi türünü adeta dirilten kült film Annie Hall, New York’lu komedyen Alvy Singer ile şarkıcı Annie Hall’un ilişkisini merkeze alıyor. Woody Allen’ın yazıp yönettiği ve Diane Keaton ile birlikte başrolleri paylaştığı film, dört Oscar’ın ötesinde, kalbimizi de kazanmıştı.

4. Lost in Translation (2003)


Yeni evli genç bir kadınla kariyerinin sonlarında bir aktörün Tokyo’da yollarının kesişmesiyle yaşananları merkeze alan Lost in Translation, bir Sofia Coppola harikası. Başrollerdeki Bill Murray ve Scarlett Johansson’a Giovanni Ribisi’nin eşlik ettiği yapım, orijinal senaryo dalında Oscar kazanmıştı.

5. Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004)


Eternal Sunshine of the Spotless Mind, o kadar iyi ki her duruma uyar! Başrollerdeki Jim Carrey’yi görmeye alıştığımız “komik adam” olarak değil de aşk acısı çeken biri olarak, Kate Winslet’i ise rengarenk saçlarıyla ilham kaynağı olan, içinden geldiği gibi davranan, tasasız ve korkusuz bir karakter olarak izlemenin büyük keyif verdiği film, Charlie Kaufman’ın harika senaryosu ve Michel Gondry’nin usta işi yönetmenliğiyle modern bir başyapıt.

6. Almost Famous (2000)


Müzik aşığı çiftler için nefis bir seçim! Rolling Stone dergisi için bir makale yazma şansı yakalayan bir liselinin, ünlü bir rock grubuyla turneye çıkması, grup üyeleri ve onlarla turlayan groupie’lerle sıkı fıkı olmasıyla başlayan olayları konu alan film, bir Cameron Crowe şaheseri.

7. That Thing You Do! (1996)


Müzik demişken… 1960’larda geçen That Thing You Do!, Pennsylvanialı bir grubun bestelediği şarkının büyük sükse yapması ve menajerlerinin de yardımıyla şöhrete kavuşmalarını merkeze alıyor. Çok sevdiğimiz Tom Hanks’in senaryosunu kaleme aldığı, yönetmen koltuğunda oturduğu ve başrolde olduğu filmin müzikleri gibi kadrosu da bol yıldızlı: Tom Everett Scott, Liv Tyler, Johnathon Schaech, Steve Zahn, Charlize Theron ve Giovanni Ribisi deyip susuyoruz.

8. 50 First Dates (2004)


Başrollerde Adam Sandler, Drew Barrymore ve Rob Schneider’ı buluşturan 50 First Dates, bolca güldüren bir romantik komedi. Hafıza sorunu nedeniyle sabah uyandığında önceki günü hatırlayamayan “balık hafızalı” Lucy ve çapkın doktor Henry’nin her gün başa saran komik aşkını anlatan filmin yönetmeni, Anger Management’a da imza atan Peter Segal…

9. (500) Days of Summer (2009)


Bir aşk hikayesi değil, aşk hakkında bir hikaye olan (500) Days of Summer, aşka inanmayan güzeller güzeli Summer ve ona aşık Tom’un hikayesini anlatan bir Marc Webb şaheseri. Soundtrack’indeki her bir şarkıyla da gönülleri fetheden filmde, başrolde Joseph Gordon-Levitt ve Zooey Deschanel var.

10. Silver Linings Playbook (2012)


Drama soslu romantik komedi Silver Linings Playbook, çok sevdiği karısı tarafından aldatıldığını öğrenince keçileri kaçırmaya meyleden Pat ve bir diğer arıza karakter Tiffany’nin hikayesini anlatıyor. Yönetmen koltuğunda David O. Russell’ın oturduğu film, Bradley Cooper, Jennifer Lawrence ve Robert De Niro’lu kadrosuyla 10 numara beş yıldız.

11. Hitch (2005)


Hitch, hayatını insanlara aşk meşk konularında tavsiye vererek kazanan “aşk doktoru” Hitch’in, gazeteci Sara’ya vurulmasını ve kendi söküğünü dikemeyen bir terzi misali şapşallaşmakan kurtulamamasını merkeze alıyor. Will Smith, Eva Mendes, Kevin James ve Amber Valletta’nın başrollerde olduğu filme bol bol gülersiniz.

12. High Fidelity (2000)


Neredeyse her kitabı beyazperdeye uyarlanana İngiliz yazar ve müzik eleştirmeni Nick Hornby’nin çok satan romanından muazzam şekilde uyarlanan High Fidelity komediyi, romantizmi ve nefis şarkıları buluşturuyor. Oyuncu kadrosunda John Cusack, Iben Hjejle, Jack Black, Todd Louiso, Catherine Zeta-Jones, Tim Robbins, Lisa Bonet, Joan Cusack ve Lili Taylor gibi saymakla bitmeyen yıldızları bulunduran film, John Cusack’a bir de Altın Küre adaylığı getirmişti.

13. Cruel Intentions (1999)


Biraz ortamı ısıtacak bir film izlemek isterseniz, 90’ların Dangerous Liasons’a cevabı niteliğindeki Cruel Intentions aradığınız film olabilir. Choderlos de Laclos’un romanından uyarlanan filmin başrolüncede gencecik Sarah Michelle Gellar, Ryan Phillippe ve Reese Witherspoon üçlüsü var.

14. Mr. & Mrs. Smith (2005)


Hazır ortamı ısıtmışken mevzuya biraz da aksiyon katalım. Jennifer Aniston ve Brad Pitt evliliğinde sonun başlangıcı olan bu film, Brangelina efsanesinin fitilini ateşlemişti. Birbirini öldürmek için kiralanmış iki suikastçı rolündeki Brad Pitt ve Angelina Jolie’ye Vince Vaughn, Adam Brody ve Kerry Washington eşlik ediyor.

15. Back to The Future (1985)


Bir bilim kurgu-komedi klasiği olan Back to The Future, sevgilinizle izlenebilecek en iyi filmlerden biri. Yanlışlıkla 30 yıl geriye gidip, kendi kaderini yakından ilgilendiren bir hamle yapan Marty’nin annesini babasına aşık etme çabalarını izlediğimiz kült film Robert Zemeckis imzasını taşıyor. Michael J. Fox ve Christopher Lloyd’un başrolde olduğu film, zamansız bir klasik.

38. İstanbul Film Festivali’nden 11 Film Önerisi

$
0
0

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 5-16 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek olan 38. İstanbul Film Festivali, bu sene 186 film ile karşımızda. İstanbul Film Festivali Uluslararası Yarışma bölümünde; Güney Kore’den İsveç’e, Sudan’dan Arjantin’e uzanan ve sinemaya dair farklı bakış açıları sunan 12 film Altın Lale ödülü için yarışacak. Dokuz filmin seyirci ile buluşacağı Ulusal Yarışma bölümünde, sinemaseverleri oldukça heyecanlı dakikalar bekliyor olacak. Sayılı günlerin kaldığı festivalde, birbirinden farklı bölümlerde gösterilecek olan 186 film arasından öne çıkan ve kaçırılmaması gereken 15 filmin listesini sizler için derledim, keyifli seyirler.

1. Greta

İrlandalı yönetmen Neil Jordan’ın ilk filmi olan Greta’nın başrollerini iki farklı dünyanın oldukça yetenekli oyuncularından olan, Isabelle Huppert ile Chloë Grace Moretz paylaşıyor. Filmde, metroda bulduğu bir çantayı sahibine ulaştıran iyi yürekli genç bir kadın ve onu bir anda takıntı haline getiren piyanist Greta’nın heyecan ve gerilim dolu ilişkisini izleyeceğiz. Isabelle Huppert’in kusursuz performansıyla kültleşme potansiyeline sahip bir film olan Greta, sıradışı öğelerle psikolojik gerilim çatısı altında sinemaseverlerin dikkatini oldukça çekecek cinsten.

2. Aşk 1: Köpek / Dragoste 1: Câine

2010 yılında Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı ödülünü kazanan Florin Şerban, aşk teması üzerine kurulu bir üçlemenin ilk halkası Aşk 1: Köpek filmiyle karşımızda. Romanya’nın kırsal kesiminden muazzam görüntüler eşliğinde hem ürkütücü bir havası olan hem de masalların büyüsü arasında gidip gelen, bir kadınla erkek arasındaki irade savaşı üzerine oldukça yalın bir romantik-psikolojik dram ile karşımıza çıkıyor.

3. Ying / Shadow

Uzakdoğu Sineması’nın geniş bir beğeni kitlesine sahip yönetmeni Zhang Yimou, yine ihtişamlı bir Uzakdoğu savaş filmiyle geliyor. 3. yüzyılda geçen film, Çin geleneksel mürekkep sanatından esinleniyor. Artık alıştığımız unutulmaz aksiyon sahneleri, izleyenleri saniyesinde etkisine alacak gibi görünüyor.

4. Fabric / Lanetli Kumaş

Kendine has, ilginç bir üslup sahibi ve işlerinin çok sevildiği yönetmen Peter Strickland‘in In Fabric filmi de festivalde yerini aldı. Dario Argento ve Mario Bava’ya saygı duruşu niteliğindeki film, koyu kırmızı bir elbisenin lanetini takip ederek seyirciye heyecan dolu dakikalar yaşatıyor.

5. On Kadın


Her yıl olduğu gibi bu yıl da Türk sinemasının klasikleşmiş bir filminin kopyasını restore ettiren İstanbul Film Festivali, 1987 yapımı Şerif Gören filmi On Kadın’ı sinemaseverlerle buluşturuyor. Türkan Şoray’ın dokuz ayrı karakteri canlandırdığı filmde, toplumsal alanda kadının temsili üzerine Türkiye’nin tarihinden kareler sunuyor.

6. Bolsae / SinekKuşu


Ödüllü kısa film yönetmeni olan Bora Kim’in aile ve toplum baskısı, ergenlik ve yalnızlık kavramlarını ele alan bu ilk uzun metrajlı filmi, ilerde büyük bir yetenek olma yolunda ilerlediğini ve heyecan verici bir film izleyeceğimizi müjdeliyor.

7. Kız Kardeşler

Emin Alper’in yönetmenliğindeki filmde, farklı yaşlardaki üç kız kardeşin, yaşadıkları köyden başka bir kasabaya besleme olarak gönderilmek için rekabet haline girişi anlatılıyor.

8. High Life

Fransız yönetmen Claire Denis’in çektiği ilk bilimkurgu film olan High Life, uzay-zamanın büküldüğü bir noktada, hızla kara deliğe doğru ilerleyen bir uzay gemisinde geçiyor. Oyuncularına astronot eğitimi aldıran yönetmenin, işini ne denli sağlam yaptığını görüyor ve sabırsızlanıyoruz!

9. Rojo / Kırmızı

Arjantinli yönetmen Benjamin Naishtat’ın yeni filmi Rojo, 70’li yıllardaki ülkenin, kasvetli politik ortamını konu alan bir suç hikâyesi. Arjantin’in karanlık zamanlarındaki toplumsal düşüşünü ve ortaya çıkan sorunları anlatan bir suç filmi izleyenleri o yıllara götürecek cinsten.

10. Sokağın Dili Olsa (If Beale Street Could Talk)

70’li yıllarda yayınlanıp hayli ilgi görmüş James Baldwin romanı uyarlanarak sinemaseverler ile buluştu. Paralel kurguyu filmde kullanan yönetmen Barry Jenkins, romantik bir aşkı farklı zamanların birleşimiyle seyirciye sunuyor.

11. El Pepe, Yüce Bir Yaşam / El Pepe Supreme Life

Yönetmenliğini Emir Kusturica’nın yaptığı El Pepe, Yüce Bir Yaşam 2010-15 yılları arasında Uruguay’ın devlet başkanlığını yürütmüş olan, “El Pepe” lakaplı José Mujica hakkında bir belgesel. Siyasetçinin insani portresini çeken film, hem aşkı hem siyaseti hem de sosyal psikolojiyi kusursuz bir harmanla anlatıyor.

Claire Denis ve Robert Pattinson, The Stars at Noon İle Yeniden Bir Araya Geliyor

$
0
0

Karşımıza High Life’ta çıkan Claire Denis ve Robert Pattinson, Denis Johnson’ın romanından uyarlanacak “The Stars at Noon” için yeniden bir araya geliyor.
Robert Pattinson’ın başrolünde yer aldığı bilimkurgu türündeki High Life ile kariyerinin en iddialı yapımlarından birine imza atan Claire Denis’i Beau Travail ve 35 Rhums filmleriyle hatırlıyoruz. 38. İstanbul Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini yapacak olan High Life, 3 Mayıs tarihinde sinemaseverlerle buluşacak.
The Stars at Noon için tekrar bir araya gelerek bizlere aralarındaki bağın bir süre daha devam edeceğinin sinyalini veriyorlar. Yönetmen-oyuncu arasındaki etkileşimin de çok önemli olduğu filmde, birbirinden yetenekli oyuncularla çalışan yönetmenin Robert Pattinson ile tekrar çalışacak olması sevenlerini bir kez daha heyecana sürüklüyor.

Claire Denis ve Robert Pattinson The Stars at Noon ile tekrar karşımızda


Independent Film Festivali’ndeki bir etkinliğe katılan Claire Denis, High Life’ın ardından Robert Pattinson ile ikinci kez çalışacağını açıkladı. Anlaşıldığı gibi oldukça iyi bir uyum yakalayan ikili, Denis Johnson‘ın 1986 yılında yayımlanan The Stars at Noon romanından sinemaya uyarlanacak olan film için bir arada. Uyarlama; sinemaseverleri edebiyat ve sinemanın o ince çizgisinde yürüttüğünden epey bir dikkat çekiyor ve beğeniliyor. Hal böyle olunca, yönetmen-oyuncu ilişkisi de tanıdık geliyor ve insanı bir heyecan kaplamıyor değil!

Filmin konusu ise şöyle;


Film, Orta Amerika’da görev icabı yaşayan Amerikalı bir kadının, görev sırasında tanıştığı kişiyle arasındaki olayları konu alıyor. Tanıştığı İngiliz iş adamı ile dahil olduğu olaylar sırasında korku, ihanet, tutku gibi duyguların ortaya çıkacağı enteresan olaylar akışına dahil oluyoruz. İki yabancının gittikçe birbirlerine daha çok bağlandığı filmde, Claire Denis’in bakış açısı ve sinemadaki yansıması merak edilenler arasında ancak, yeni şeyler denemekten asla çekinmeyen Claire Denis’in imzası olumlu gelişmelere tanık olacağımızı hissettiriyor.

Çağdaş Fransız Sineması’nın önemli isimlerinden olan yönetmen, senarist ve oyuncu Claire Denis


“Bazen çok mutsuzken, güzel bir mekana bakıp kabus gibi hisseder, ölmek isterim. Daha sonra telefon çalar ya da yanımdaki kişi beklemediğim bir anda güzel şeyler söyler ve duygularımla birlikte mekanı algılayışım da değişir. işte sinemada benim sevdiğim ve yansıtmaya çalıştığım şey, bu tip öznellik anları; bir duygudan bir başkasına geçişler.” diyerek, kendini ve sinemasının anlamı ve çizelgesini kusursuz cümlelerle ifade etmiş.
The Stars at Noon filmine gelecek olursak; ilk kez bir uyarlama projesinde yer alacak olan başarılı yönetmen, sinemaya bakış açısı ve kendini ifade ediş biçimiyle gönüllerde taht kuruyor. Yapmış olduğu önceki işleri de göz önünde bulundurduğumuzda, beklenti ve umudumuz epey yüksek!

Kadir İnanır 7 Yılın Ardından Sinemaya “Kapı” Açtı

$
0
0

12 Nisan 2019’da vizyona girecek olan Kapı filminin başrollerini Kadir İnanır ve Vahide Perçin paylaşıyor. Nihat Durak’ın yönetmen koltuğunda oturduğu filmde Timur Acar, Erdal Beşikçioğlu, Aybüke Pusat, Menderes Samancılar, Sermet Yeşil gibi başarılı oyuncular yer alıyor.
Kadir İnanır’ın 50 yıllık kariyerine hepimiz gıpta ile bakıyorken 7 yıldır hiçbir sinema filminde kendisini göremiyorduk. “Kapı” filmi ile setlere geri dönen usta sanatçı, kendisini özleyenlerle bu filmde tekrar buluşuyor!

Filmin konusu şöyle;

Yakup ve Şemsa üç çocukları ve torunlarıyla birlikte Berlin’de yaşayan Süryani bir ailedir ve yirmi beş yıl önce Mardin’den Berlin’e göç etmişlerdir. MArdin’den aileyi sarsacak olan bir telefonun gelmesiyle hayatları bir anda değişir. 25 yıl önce kaybettikleri oğulları Mikhael ile ilgili olan bu haber, ailenin tüm acılarını tazeler. Ahşap ustası Yakup yıllardır gelmediği köyünü terk edilmiş, evini de yağmalanmış görünce; evinin kapısının peşine düşer. Kapıyı bulma serüveninde, yanında torunu Nardin ve kaçakçı Remzi ona eşlik eder. Bu apansız yolculukta Yakup için kapının ne anlama geldiği ve neye dönüşeceğini, 25 yılın hikayesi ve kişisel yolculuklarını hep birlikte öğreneceğiz…

Çekimlerinin Mardin, İstanbul, Konya, Kayseri ve Berlin’de gerçekleştirildiği film, birbirinden farklı yaşamlar arasına adeta bir köprü inşa ediyor.

7 yıl aradan sonra Kadir İnanır tekrar sinema setlerinde!


12 Nisan 2019‘da vizyona girecek olan filmde Kadir İnanır, en son 2012 yapımı olan “Elveda Katya” filminde rol almış ve sonrasında da sinemaya kendini özletmiş, uzun bir süre kamera kaşısına geçmemiştir. Sevenlerini geri dönüşüyle oldukça sevindiren usta oyuncu İnanır, filme dair beklentileri iki kat arttırarak sinemaseverleri meraklandırmayı başarmıştır. Yıllar boyu oynadığı her filmdeki karakterlerini bizlere öylesine aktarmıştır ki, derinlemesine ve tüm hatlarıyla anlayabilmemizi, benimsememizi sağlamıştır. Kapı filminde oynayacağı “Yakup” rolünden de aynı performansı göreceğimizden eminiz.

Sinemalara geri dönen İnanır’ın, resmi olmayan bazı açıklamalara göre son filmi olacağı söylentileri yayılsa da, dönüşünü kutlamayı tercih edenlerdeniz. 🙂

12 Nisan’da vizyona girecek olan film, bir ailenin 25 yıllık acısını ve hayatlarının değişimini konu alıyor. Sağlam oyuncu kadrosu, birbirinden farklı yaşamları bir arada sunuyor olması ve ilginç hikayesiyle oldukça dikkat çeken film, merakla beklenenler listesinde ilk sıralarda yer alıyor!

Netflix’in En Popüler 8 Uyarlama Dizisi

$
0
0

Netflix artık her evde olan, bizlere televizyon açtırmayan bir mecra haline geldi. Netflix olmadan olmaz! modundayız artık. Oldukça kaliteli ve birbirinden farklı yapımları bizlerle buluşturan Netflix, bağımlılık yapma aşamasına gelince biz de boş durmadık ve “uyarlama dizisi” meraklıları için bir liste hazırladık. Umarız ki keyifle okur, aşağı yukarı kendinize bir beğeni tablosu oluşturabilirsiniz. 🙂

1. 13 Reasons Why


Dizi, liseli bir gencin intiharına ilişkin gizemin çözülmesi yolunda ilerliyor. İntihar sürecinde olanları bir kadese kayıt eden genç, sınıf arkadaşlarına bu kayıtları yollar ve herkes dinler. İntihar eden Hannah Baker ve arkadaşı Clay Jensen, dizinin açılışını kasetlere ulaşarak ve dinleyerek açıyor. Esrarengiz bir drama olan dizinin gençleri intihara meyledebileceği endişesi sürerken, seyredip ders çıkaran bir kesimin de olacağı konuşuluyor.
Bölümleri ortalama 49 – 61 dakika süren dizinin toplamda 13 bölümü var. Bundan dolayı mini dizi kategorisine de giren 13 Reasons Why, 31 Mart 2017 tarihinde Netflix tarafından diziseverlerle buluştu. Dizinin yapımcı koltuğunda bulunan Selena Gomez, kendi liseli yıllarıyla kitap ve dizi arasında bir bağ kurduğunu belirterek, kendisi için ne kadar önemli olduğunu gözler önüne seriyor.

2. Sherlock


Günümüzde yaşayan bir karakter olan Sherlock Holmes, tesadüf eseri eskiden asker ve doktor olan John ile tanışır. Ev arkadaşı olan ikilinin taşındıkları yerde bir süre sonra cinayetler olmaya başlar. Cinayetlerin peşine düşen polis, sıkı bir çalışma sonrasından Sherlock Holmes’ten yardım ister. Oldukça enteresan özelliklere sahip olan Holmes, polislerin bu isteğini geri çevirmez. Kıvrak bir zeka, kişi olaylar arasında ayrıntıları aşırı kısa bir sürede fark edip çözebilen bir yapıya sahip olan Sherlock, ev arkadaşı Jhon’un da yardımlarıyla beraber şehirde meydana gelen cinayetleri çözmeye çalışırlar. Her olayın ayrı bir gizem ve heyecan yarattığı diziden etkilenmemek mümkün değil.

3. The 100


97 yıl önce gerçekleşen bir nükleer patlama sonrasında yeryüzünde yaşayan insanların birçoğu ölmüş ve çevreye yayılan radyasyondan dolayı dünya yaşanılamaz bir yer haline gelmiştir. Hayatta kaldığı bilinen insanlar ise 12 farklı ülkenin sınırları içinde yaşamaktadırlar. İnsanların bir araya gelmesi ve Ark istasyonları kurmak için herkes Jaha başkanlığında birleşir. Radyasyondan dolayı yiyecek sıkıntısı da olan yerde, ne suç işlediği önemli olmadan 18 yaşın üzerindekiler uzaya fırlatılarak cezalandırılıyorlardır. Yeni sistemle birlikte mahkumlar arasından 100 kişinin bağışlanacağı öğrenilir. Karşılıksız olmayan bu iyilik, birçok karmaşayı da beraberinde getirir. Mücadele edecekleri o kadar çok durum olacak ki adeta yaşam savaşı ve aralarındaki etkileşim insanı meraktan filme doğru yöneltiyor…

4. Orange is the New Black


Konforlu ve lüks bir hayata sahip aynı zamanda nişanlı bir kadın olan Piper Chapman, 10 yıl önce üniversite yıllarında tanıştığı Alex Vause ile tekin olmayan ortamlarda vakit geçirmeye başlar. Alex yüzünden uyuşturucu taşıdığı gerekçesiyle tutuklanır. Kendi iradesiyle teslim olan Chapman, hayatı sorgulamaya başlar ve zaman geçtikçe inanılmaz derecede değişim gösterir. Zor şartlar altında artık ne yapması gerektiğini öğrenen Piper’ın değişimi Alex’in de o hapishaneye düşmesiyle daha da ilginç bir hal alıyor. Hapishane hayatını mizahi bir dille ele alan filmde, her karakterin yaşamı gösterilecek tüm hikayeler harmanlanmış olarak seyirciyle buluşuyor.

5. Talihsiz Serüvenler Dizisi


Violet, Klaus ve Sunny Baudelaire, ailelerini elim bir yangın sonucunda kaybetmiş üç kardeştirler. Yanlabirlikte tüm varlığını da kaybeden aile, bu süreçte kötü adam olan amcalarının yanına yerleşirler. Bu sırada aileleriyleilgisi birçok sır öğrenmeye başlayan kardeşler, her sırda başlarına dert açarak dipsiz bir kuyuya doğru sürüklenirler. Ailelerinin sahip olduğu esrarengiz sırrı öğrenme konusunda ısrarcı olan çocuklar, kararlı bir şekilde yollarına devam ederler.

6. The Vampire Diaries


4 ay önce trafik kazasında ailelerini kaybeden iki kardeş Elena Gilbert ve Jeremy, bu acı ile yaşamaya çalışırlar. Başarılı ve oldukça güzel bir kız olan Elena, bulundukları kasabaya taşınan iki vampir Stefon ve Damon ile etkileşime girer. Olayların gelişeceği bu noktada her şey toz pembe değil, Elena ve ailesiyle birlikte tüm kasaba halkı da tehlikenin içinde yer alacaklardır.

7. Longmire


Graig Johnson’ın Walt Longmire Mystery adlı serisinden uyarlanan dizide, bir yıl önce ölmüş olan eşinin yokluğuna alışmaya çalışan kasabanın başarılı şerifi Walt Longmire’ın, kızı Cady’nin de ısrarı üzerine hayata yeniden tutunması konu ediliyor. Walt kendisini toparlayarak işine dört elle sarılmaya çalışıyor ancak önündeki tek engel şeriflik seçmeleri oluyor. Bu tür yapımları izlemeyi sevenler için güzel bir hayata tutunma çabası ve yeni umutları konu alan dizi, Netflix’in uyarlama yapımları arasında hayli ilgi görüyor.

8. Tepedeki Ev


Tepedeki Ev, daha sonra ülke çapında perili köşk olarak ünlenecek bir evde büyüyen 5 kardeşin hikayesini anlatıyor. Büyüyünce yollarını ayıran kardeşler, trajik bir olaydan sonra tekrar bir araya geliyor. Yıllar önce yaşamış oldukları Tepedeki Ev’de buluşan kardeşler, hem bu evle hem de evin içindeki hayaletlerle yüzleşmek durumunda kalırlar. Mike Flanagan’ın yaratıcısı olduğu Tepedeki Ev, Shirley Jackson’ın romanından uyarlanmış.


Vulture Seçti: Tüm Zamanların En İyi 10 Casusluk Filmi

$
0
0

Casusluk filmleri deyince aklınıza hemen dünyayı ele geçirmeye çalışan kötü adamlar mı geliyor? Gelmesin. Filmleri türlerine ayırmak ve kategorize etmek zaten bir hayli zorken, bu durum casusluk filmleri söz konusu olunca daha da zor bir hal alıyor. Vulture ekibi bolca kafa patlatıp casus filmlerini inceledi ve en iyilerini seçti, biz de en iyi 10 tanesini sıralayıverdik.

1. North by Northwest (1959)


Korku ve gerilimin üstadı Alfred Hitchcock, North by Northwest ile casusluk filmlerinin de ustası olduğunu kanıtlıyor adeta. Masum ve sıradan bir adamın, yanlış anlaşılmalar sonucu bir casusla karıştırılması üzerine kurulu olan North by Northwest’te tempo bir an bile düşmediği gibi nefes kesen kovalamaca tansiyonu hep ayakta tutuyor. George Kaplan adındaki casusla karıştırılan reklamcı Roger Tornhill’in, masumiyetini kanıtlama çabalarını izlediğimiz North by Northwest, sadece Hitchcock filmografisinin ve casus filmlerinin değil, sinema tarihinin de mihenk taşlarından biri. Cary Grant’ın koyu gri, jilet gibi takım elbisesi içind,e mısır tarlasında kendisini öldürmeye çalışan küçük bir uçak tarafından kovalandığı o efsane sahne ise… Anlatılmaz yaşanır.

2. Black Book (2006)


Hollandalı yönetmen Paul Verhoeven’ın ilk ve en kötü anılarında gökten yağan bombalar mevcut… Amsterdam’da doğup Hague’da büyüyen Verhoeven, hayatının bir bölümünü İkinci Dünya Savaşı’nın izlerini yaşayan yerlerde geçirdi. Yönetmen, 2015 yılında yaptığı bir açıklamada, “Savaş başladığında henüz çok küçük yaşta olduğum için savaşın, bitmeyen kavgaların, cesetlerin ve gökten yağan bombaların normal olduğunu sanıyordum” demişti. Paul Verhoeven’ın kariyeri de bu izlerle dolu. Yönetmenin Hollywood’da geçen yıllardan sonra çektiği ilk Hollanda yapımı film olma özelliğini taşıyan Black Book, İkinci Dünya Savaşı sırasında, Nazi işgali altındaki Hollanda’da geçiyor. Carice van Houten, ailesinin öldürdüğü bir katliamdan sağ kurtulan Yahudi şarkıcı Rachel rolünde. Rachel, Nazilerin kökünü kazımak için gizli bir görevle onların arasına karışıyor. Sonrası bol tehlike…

3. From Russia With Love (1963)


James Bond serisinin en iyi filmi olan From Russia With Love’da, Sean Connery’yi ikinci kez süper ajan Bond olarak izliyoruz. James Bond, Rus kadın ajan Tatiana Romanova ile birlikte SPECTRE’ye karşı bir görev için İstanbul’a gönderiliyor. Fleming’in erken dönem romanlarına benzeyen hikayesiyle From Russia with Love, Connery’nin performansıyla da öne çıkıyor.

4. The Conversation (1974)


Usta yönetmen Francis Ford Coppola’nın 1974 yılında The Godfather ve The Godfather 2 arasında çektiği The Conversation, hayatını gizlice telefon dinleyerek kazanan ve işinde uzman olan Harry Caul’un hikayesine odaklanıyor. Genç bir çifti takip edip casusluk yapma görevini üstlenen Harry, çiftin hayatından endişe duymaya başlarken bir yandan da kendi yalnızlığının ve takıntılarının pençesine düşerek paranoyayla mücadele etmeye başlıyor. Coppolla’nın gangster hikayelerine pek benzemeyen The Conversation, başroldeki Gene Hackman’ın üstün performansıyla da öne çıkıyor. Üç dalda Oscar adaylığı olan film, Coppola’nın en iyi filmlerinden biri olarak gösteriliyor.

5. Tinker Tailor Soldier Spy (2011)


John le Carré’ın yoğun olay örgüsüyle kaleme aldığı romanlarını, 120 dakikalık sinema filmlerine sıkıştırmak zor olabiliyor. Bu nedenle yazarın eserlerinin dizi ya da mini dizi uyarlamalarının şansı daha yüksek oluyor. The Night Manager, The Little Drummer Girl ve Tinker Tailor Soldier Spy’ın 1979’daki mini dizi uyarlamaları buna örnek olabilir. Ancak Tomas Alfredson imzasını taşıyan bu Tinker Tailor Soldier Spy, romanın yarattığı etkisi beyazperde de yaratmayı başarıyor. Gary Oldman, Colin Firth, Tom Hardy, John Hurt ve Mark Strong’lu kadrosuyla da öne çıkan filmde, özellikle Oldman’ın George Smiley performansı hayran bırakıyor.

6. The Manchurian Candidate (1962)


Richard Condon’ın romanından beyazperdeye uyarlanan The Manchurian Candidate, Kore Savaşı sırasında beyinleri yıkanmış Amerikan askerlerinin hikayesini anlatırken ordu ve hükümetin karanlık sırlarına odaklanıyor. Gelmiş geçmiş en iyi politik gerilim filmlerinden biri olarak gösterilen yapım, John Frankenheimer imzasını taşıyor. Başrollerde ise bugüne kadarki en iyi performanslarından birini sergileyen Frank Sinatra, Laurence Harvey, Janet Leigh ve Angela Lansbury yer alıyor. Filmin Jonathan Demme imzasını taşıyan 2004 tarihli yeniden çevrimi de izlemeye değer.

7. Notorious (1946)


Hitchcock imzalı olunca, casusluk filmi de olsa gerilim dozu yüksek olacak elbet! Notorious’ta Ingrid Bergman, Nazi savaş suçlusunun kızı Alicia Huberman rolünde izleyicinin karşısına çıkıyor. Cary Grant’in canlandırdığı T.R. Devlin tarafından Güney Amerika’da yaşayan eski Nazilerin arasına sızma görevi verilen Alicia, ihanet ve sadakatsizliği hiç beklemediği anda hissediyor… Alfred Hitchcock’un en iyi filmlerinden biri olarak gösterilen Notorious’ta Bergman ve Grant’e Claude Rains, Louis Calhern ve Leopoldine Konstantin eşlik ediyor. Film iki dalda Oscar adayı olmuş, Cannes Fİlm Festivali’nde büyük ödül için yarışmıştı.

8. The Lives of Others (2006)


Florian Henckel Von Donnersmarck’ın yazıp yönettiği ve Soğuk Savaş’ın son yıllarında geçen The Lives of Others, neredeyse katıldığı tüm festivallerden ödülle döndü, En İyi Yabancı Film kategorisinde de Oscar’ın sahibi oldu. Ulrich Mühe, Martina Gedeck ve Sebastian Koch’n başrollerde olduğu film, bir sanatçıyı takip etme görevi verilen Yüzbaşı Wiesler’in yaşadığı ahlaki ikilemlere odaklanıyor. Film, Almanya Devlet Güvenlik Bakanlığı’na bağlı bir ajanı sempatik gösterdiği gerekçesiyle yer yer eleştirilse de Mühe’nin muhteşem performansı şikayete pek mahal vermiyor.

9. The Spy Who Came in From the Cold (1965)


İngiliz yazar John le Carré’ın 1963 tarihli aynı adlı romanından beyazberdeye uyarlanan The Spy Who Came in From the Cold, Soğuk Savaş döneminde Doğu Almanya’ya gönderilmiş İngiliz ajan Alec Leamas’ın hikayesine odaklanıyor. Yönetmen koltuğunda Martin Ritt’in oturduğu film, Berlin Duvarı’nın bir tarafında açılıp diğer tarafında sona eriyor. Ritt’in etkileyici yönetimiyle karanlık bir atmosferi başarıyla yansıtan filmin başrolündeki Richard Burton, En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar adaylığı kazanmıştı. Burton heykelciği kazanamadı ama muazzam performansıyla hafızalara kazınmayı başardı.

10. Mission: Impossible – Ghost Protocol (2011)


Christopher McQuarrie Mission: Impossible – Rogue Nation’ı Mission: Impossible – Fallout ile takip etmeden önce seride üst düzey yönetmenlerle çalışıldı. John Woo Mission: Impossible 2’de heyecan dozunu yüksek tutmakta zorlandı. J.J. Abrams ise televizyondaki heyecanı başarıyla beyazperdeye taşıyabileceğini serinin üçüncü filmiyle kanıtladı. The Incredibles ve Ratatouille gibi Pixar harikalarının yönetmenliğini üstlenen Brad Bird imzasını taşıyan Mission: Impossible – Ghost Protocol, aksiyon ve tansiyonun hiç düşmediği bir casusluk klasiği olmaya aday. Ethan Hunt rolündeki Tom Cruise’a Jeremy Renner, Simon Pegg, Paula Patton ve Léa Seydoux eşlik ediyor.

Anime Dünyasına Adım Atmak İsteyenlere Keyifle İzleyecekleri 14 Japon Animesi

$
0
0

Japon kültürünü ve yaşam tarzını yansıtması bir yana japon toplumunun bilinçaltını da gözler önüne seren animeler herkesin ilgisini çekiyor. Bir yerden başladınız mı bırakmak istemeyeceğiniz bu türe dair pek bilginiz yoksa yavaştan sizi buraya alalım…

7’den 77’e izleyenlerin beğenisini toplayan Japon animelerine yeni başlayanlar için İMDB’nin popüler listesine de göz atarak küçük bir derleme yaptık…

İşte keyifle izleyeceğiniz 14 Japon animesi:

1: Ruhların Kaçışı / Sen to Chihiro no kamikakushi (2001) – 8.6

Prenses Mononoke’nin yaratıcısı Hayao Miyazaki’nin animasyon şaheseri olan Ruhların Kaçışı; 52. Berlin Uluslarası Film Festivali’nde Altın Ayı ve 75. Akademi Ödülleri’nde En İyi Animasyon Oscarı’nı kazanan bir animasyon. Japon sinemasına damgasını vuran bu animasyonun konusu ise şöyle:

10 yaşındaki Chihiro babasının iş değişikliği nedeniyle şehir değiştirmek zorunda kalınca çok üzülür. Ancak bilmediği bir şey vardır ki bu yolculuk çok ilginç olacaktır. Yeni evlerine doğru yola çıkan aile farkında olmadan doğaüstü bir âleme girer ve anne-baba domuza dönüşür. Daha bunun şokunu atlatamayan Chihiro bir de ortalığın hayaletlerle dolmasıyla bambaşka bir maceraya dahil olur.

Chihiro, normal dünyaya dönmenin tek yolunun doğaüstü âlemdeki bir hamamda çalışmak olduğunu öğrenir. Chihiro orada hem yeni dünyalar görecek hem yeni arkadaşlıklar edinecek hem de Haku ile tatlı bir aşkın büyüsüne kapılacaktır.

2. Senin Adın / Kimi no Na wa (2016) – 8.4

Dağların etrafını sardığı bir kentte yaşayan Mitsuha, çoğu vaktini kız kardeşi ve büyük annesiyle geçirmektedir. Baş kahramanımız Mitsuha, vali babasının seçim kampanyasında yer almasından pek de memnun değildir. Yaşadığı hayattan ve kentten pek memnun olmayan Mitsuha’nın aklı şehirdedir.Taki ise şehirli, İtalyan restoranında yarı zamanlı çalışan, mimariye ve güzel sanatlara ilgi duyan bir liselidir.

Bir sabah uyandıklarında bu iki genç kendilerini birbirlerinin bedenlerinde bulacaklardır.Bu filmde her gün birbirleri arasında bir bağ olduğunu anlayan ve bu sırrı çözmeye çalışan iki gencin yaşamını izleyeceksiniz.

3. Yürüyen Şato / Hauru no ugoku shiro (2004) – 8.2

Hayao Miyazaki’nin Diana Wynne Jones’un adlı kitabından uyarlanan bu Japon animasyonu 2006 yılında En iyi çizgi film dalında oscar adayı oldu.

Çöl cadısının korkunç büyüsü yüzünden yaşlı bir kadına dönüşen 18 yaşındaki Sophie Hatter artık evinden bile ayrılamamaktadır. Sophie’nın bu berbat durumdan kurtulmasının tek yolu, tepelerde durmadan hareket eden bir şatodan, Büyücü Howl’un şatosundan geçmektedir. Sophie büyünün bozulmasını sağlamak için, kalpsiz Howl’la başa çıkmaya, bir ateş ciniyle pazarlık yapmaya ve Çöl Cadısı’yla karşı karşıya gelmeye mecburdur. Bu macera sırasında Howl’un -ve kendisinin- bilinmeyen ve olağanüstü yanlarını keşfedecektir.

4. Prenses Mononoke / Mononoke-hime (1997) – 8.4

Köyünde huzurlu bir hayat süren Ashitaka, değdiği her şeyi yok etmeye niyetli Orman Tanrısı’nın köyüne yaklaştığını fark eder. Köyündeki küçük bir kızı kurtarmak için Orman Tanrısı’yla savaşan Ashitaka ölümcül bir yara alarak lanetlenecektir. Bu lanetten kurtulmak için köyden ayrılan Ashitaka, kendisine yardım edebileceğini umduğu Ormanın Ruhu’nu aramaya başlar. Ancak Ormanın Ruhu’nu arayan bir tek o değildir. Lady Eboshi ve Prenses Mononoke arasındaki savaşta doğanın ve insanlığın zarar göreceğini fark eden Ashitaka bu savaşı durdurmak için ortaya çıkacaktır.

5. Ateşböceklerinin Mezarı / Hotaru no Haka (1988) – 8.5

Babaları 2. Dünya Savaşı için cepheye giden 14 yaşındaki Seita ve 4 yaşındaki kız kardeşi Setsuko anneleriyle yaşarken bir Amerikan hava saldırısı yüzünden annelerini kaybederler. Teyzeleri tarafından evlatlık edilen bu iki kız kardeş teyzelerinden kurtulur kendi başlarına bir yaşam savaşı vermek zorunda kalırlar.

6. Komşum Totoro / Tonari no Totoro (1988) – 8.2

Hasta annelerini ziyarete giden iki kız kardeş hiç beklemedikleri bir maceraya atılacaklardır. Köyün etrafında dolaşan orman cinleriyle iki kardeşin birbirinden maceralı olaylarını keyifle izleyeceksiniz.

7. Akira (1988) – 8.1

Yıl 2019. Son dünya savaşı sırasında gizli bir silahın Tokyo’yu yok etmesinden 31 yıl sonra. Küllerinden doğan bu şehre Neo-Tokyo adı verilmiş ve yozlaşma yüzünden şehir tehlikeli bir kent haline gelmiştir. Kaosu engelleyen ordu aynı zamanda pek çok sırrı da koruyordur. Ta ki iki arkadaş Tetsuo ve Kaneda, gizli bir askeri üsse girene kadar. Tetsuo yakalanıp kobay olarak üstte kullanılınca olağanüstü güçlere sahip olur ve bu güçler sayesinde kenti yok etmek için çalışmaya başlar. Ama bu kötülüğe dur diyecek bir isim vardır: Akira…

8. Kôkaku Kidôtai / Ghost in the Shell (1995) – 8.0

2029 yılındayız ve herkes artık sanal dünyada yaşıyor. Süper güçlü ve istedikleri yere download olabilen polisler sayesinde sağlanan düzende; Dışişleri Bakanlığı tarafından yaratılmış ve net ortamında istediği gibi hareket edebilen Project 2501 kod adlı bir süper ajan, bilgi denizinde kazandığı bilinçle kendisine bir beden arayışına girişiyor.
Ajan The Puppet Master (Kuklacı) hükümet istihbarat birimleri tarafından bir güvenlik tehditi olarak görülmey başlanıyor ve peşinde ise iki ajan var. Yarı sibernetik yarı insan olan iki ajandan son derece iyi eğitimli kadın ajan Albay Motoko Kusanagi, Kuklacı’ya ulaşınca onunla aynı bedende buluşmak isteyecektir.

9.Küçük Deniz Kızı Ponyo /Gake no ue no Ponyo (2008) – 7.7

Kırmızı elbisesi üzerinde insan olmak isteyen bir japon süs balığı Ponyo… Ve deniz kenarında bir kayanın üzerinde yaşayan beş yaşındaki Sosuke… Sosuke ve Ponyo bir sabah tanışır; Ponyo saçlarını reçel kavonozuna sıkıştırmıştır ve Sosuke de onun kurtarıcısıdır. Plastik bir kovaya alınan Ponyo ve Sosuke birbirlerinin ilgi alanına girerler. Sosuke, Ponyo’ya korkmamasını ve onu koruyacağını söyler. Ama bir zamanlar insan olan Ponyo’nun babası Fujimoto onu okyanusa dönmesi için zorlar. Ponyo ise insan olmak istiyordur. Ve bu kendisi farkında olmasa da dünyanın ekoloji dengesini bozması demektir.

10. Rüzgarlı Vadi / Kaze no tani no Naushika (1984) – 7.2

Hayao Miyazaki yine efsane bir animasyonla sinema sevenlerin ilgisini çekmeyi başardı. ‘Seven Days of Fire’ isimli yıkıcı bir savaşın ardından yaşanmaz bir yere dönen Rüzgarlı Vadi’de tüm doğal yaşam zehirli bir gaz sesebiyle sona erer. Ve bu da beraberinde insanoğlunun yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına neden olur. Bazı koloniler bu gazdan arındırılan adalarda yaşamaktadır. Ve Prense Nausicaa’nın halkı da bu insan kolonilerinden biridir. Prenses Nausicaa, doğaüstü güçleri sayesinde canlı olan tüm varlıklarla ve ormanlarla konuşup anlaşabilme yeteneğine sahiptir. O bu zehirli gaz dolu ormanlara karşı halen daha umutludur ve bir kurtuluş yolu bulabileceği inancını taşır.

11. Perfect Blue / Pafekuto Buru (1997) – 7.9

CHAM! isimli popüler müzik grubunun üyesi olan Mima Kirigoe, yeni bir kariyere adım atmak için şarkıcılığı bırakır ve oyunculuğa başlar. Pop idolü Mima’nın aktris Mima’ya dönüşmesi sonrasında çıplak pozlar veren Mima, Me-Mania lakaplı hayranının tacizlerine maruz kalır ve ardından özel yaşamı da psikoloji de inanılmaz bir hal almaya başlar.

12. Gökteki Kale / Tenku No Shiro Rapyuta (1986) – 8.1

Pazu ve Sheeta ellerindeki sihirli kristal ile korsanlara ve yabancı ajanlara karşı savaşıyor. Bu ikilinin amacı kötüler uçan şatoyu bulmadan uçan şatoyu bulmak… Gökyüzünde uçan kahramanlar, gökyüzünde kayıp b ir ada ve uzay gemileri… Çok eğleneceksiniz.

13. Dragon Ball Z (2015) – 7.4

Anime ve mangaların efsanesi olan Dragon Ball serisinin devamı olan Dragon Ball Z’de bu sefer saiyan ırkı güçlerini keşfeder ve dünyayı dışarıdan gelen tehlikelere karşı korumak için mücedale eder.

14. Küçük Cadı Kiki /Majo no takkyubin (1989) – 7.9

13 yaşındaki cadı Kiki, cadılık eğitimini tamamlamak için ailesinden bir süre ayrı kalacak ve kendi seçeceği bir şehire taşınacaktır. Kiki, kedisi Jiji ile süpürgesine atlayıp tek cadı olacabileceği deniz kenarında bir şehirde yaşamaya karar verir. Kiki bir fırında çalışmaya başlerken kısa süre sonra cadılık yeteneklerini kaybettiğini fark eder. Kiki cadılık yeteneklerini yeniden kazanmaya çalışırken çeşitli maceralar yaşayacaktır.

Marvel Karakterlerinin 10 Yılda Nasıl Değiştiğini Gösteren 34 Komik Fotoğraf

$
0
0

Geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan “10yearschallenge” akımından Marvel karakterlerinin geri kalacağını düşündüyseniz yanılmışsınız! O kadar değişik, garip, farklı ve komik öncesi sonrası fotoğrafı gördük ama bizce en iyilerinden birisi bu olmuş! Eğer sizde Marvel karakterlerinin değişimini merak ediyorsanız aşağı kaydırmaya devam edin!

1. Stan Lee

2. Aunt May

3. Star Lord

4. Thanos

5. Steve Rogers

6. Thor

7. Thor ve Loki

8. Groot

9. Black Widow

10. Nick Fury

11. Vision

12. Drax

13. Deadpool

14. Wolverine

15. Asgard

16. Human Touch

17. Professor X

18. Hulk

19. Tony Stark

20. Spider-man

21. Magneto

22. Daredevil

23. Hawkeye

24. James Rhodes

25. Venom

26. Storm

27. Scarlet Witch

28. Bucky Barnes

29. Juggernaut

30. Mystique

31. Red Skull

32. Marvel

33. Rogue

34. Jean Grey

Kaynak: 1

Olaydan Olaya Sürüklenmek İsteyenlere En İyi 26 Macera Filmi

$
0
0

Çocukluğu ya da bir uykusuz geceyi anımsarken aklımıza düşer macera filmleri. Egzotik yerlere gidip gizemli antik sırları çözmeye çalışan karizmatik kahramanlar, Amerika vahşi batısında hazine avları, fantastik evrenlerde geçen alegorik savaşlar olur bu filmlerde. Tabii gün geçtikçe başatlaşan özel efektler ve dijitalleşme ile artık varlığını düşünemeyeceğimiz yaratıkların başrol oynadığı serüvenleri de ekrana taşıyan çokça macera filmi mevcut. Küçükken sinemada, belki zamanla televizyonda, pazar sabahları yakalanırdı macera filmleri, şimdilerde yine sinemada veya genelde gece yarısından sonra televizyonda gösteriliyorlar. Elbette macera filmleri kendi içlerinde çeşitleniyor, kimi psikolojik gerilim ağırlıklı, kimi tarihsel gerçeklikten uyarlama, kimi sosyal meselelere gönderme yapma eğiliminde. Herkese hitap edebiliyorlar. Bir gününüze biraz heyecan, belki nostalji, biraz da gençten bir enerji katmak isterseniz bu sefer en güzellerinden seçin, kendinize hitap edeni bulun, vizyona kalmayın diye size en güzel macera filmlerini sıraladık.

1. The Lord of the Rings: The Return of the King (2003)

IMDb: 8.9
Peter Jackson’ın Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin son filmi, iyilerle kötülerin son karşılaşmasını, Tek Yüzük’ün, Orta Dünya’nın akıbetini konu alıyor. Macera filmleri arasında YÜzüklerin Efendisi üçlemesi ayrı bir yerde, fakat bu Peeter Jackson’ın da favori filmi imiş.

2. The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring (2001)


IMDb: 8.8
Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin ilk filmi. Sakin mizaçlı bir Hobbit ve sekiz eşlikçisi, Tek Yüzük’ü yok etmek ve Orta Dünya’yı Sauron’dan kurtarmak üzere yola çıkarlar.

3. Inception (2010)

IMDb: 8.8
Dom Cobb, insanların rüyalarına girebilen nadide bir hırsızdır. Bu şekilde bilinçaltlarından sırlarını çalabilmekte ve bu işten para kazanmaktadır, özellikle şirketlerden çok talep görmektedir fakat sevdiği herkese mal olmuştur bu meslek. Bir gün son bir göreve koşulur: birinin zihnine bir düşünce yerleştirmek.

4. The Lord of the Rings: The Two Towers (2002)


IMDb: 8.7
Üçlemenin ikinci filminde, Hobbit Frodo ve Kardeşlik yolculuklarını sürdürüyorlar. Fakat Frodo ve Sam, gizemli Gollum tarafından takip edildiklerini fark ediyorlar, Sauron ise Saruman isimli yeni bir yandaş buluyor.

5. Interstellar (2014)

IMDb: 8.6
2014 yılında bu filmi sinemada izlemiş olmak insana astronomiden fiziğe, özel efektlerden müziğe birçok konuda derinlemesine fikir vermişti. Bu distopik filmde, insanlık geleceği için yeni bir ev bulmak durumunda ve üç gezegenden hangisinin yaşanılır olduğunu araştırması için uzaya bir ekip yollanıyor. Film, bu ekibin solucan deliği ve galaksi yolculuğunu konu alıyor.

6. Gladiator (2000)

IMDb: 8.5
Roma İmparatoru varisi olarak en sevdiği generaline öncelik tanıyınca, oğlu onu ve generalin ailesini öldürtür. General, gladyatör olarak eğitilmesi için köleliğe satılır. Fakat gittiği yerde sevilmesi tahtı tehdit edecektir, üstelik general yozlaşmış genç imparatordan intikam almak için geri dönecektir.

7. Back to the Future (1985)

IMDb: 8.5
17 yaşındaki lise öğrencisi Martin McFly, yanlışlıkla bilim adamı arkadaşının bir deneyinde otuz yıl geriye, ailesinin gençliğine gönderilir. Martin yok olmamak için anne babasının aşık olduğundan emin olmalı, üstelik kendi zamanına geri dönüp bilim adamı dostu Doc Brown’un hayatını da kurtarmalıdır. Macera filmlerinin seksenlerden gelen en eğlenceli ve nostaljik ögelerinden zaman yolculuğunun vazgeçilmez filmi.

8. Indiana Jones and the Raiders of the Lost Ark (1981)

IMDb: 8.5
Steven Spielberg’ün yönettiği bu ilk Indiana Jones filmi, 1936 yılında yılında geçiyor. Arkeolog ve maceracı Indiana Jones, ABD hükümeti tarafından kutsal olduğu varsayılan Ark’a Nazilerden önce ulaşması için görevlendirilir. Nepal’den Kahire’ye uzanan macerası, ustalıklı aksiyon koreografisi ve heyecan verici görüntüler ile sunuluyor.

9. 2001: A Space Odyssey (1968)

IMDb: 8.3
Sıklıkla bilim-kurgunun başyapıtı olarak adlandırılan bu Kubrick filmi, aradaki bağlantıyı izleyiciye bırakan üç bölümden oluşuyor. İnsanın uzaya gitmesi ve süperbeyin bir bilgisayarla çatışması, primatların anlamaya çalıştığı bloktaş filmin başat unsurlarından. Macera filmleri, yeniyi ve geleceği de düşünebiliyorlar, Ay’a ayak basılmadan önce ayak bastıran ve sinemadaki birçok teknolojiyi öngören bu film bunun en iyi örneklerinden.

10. Lawrence of Arabia (1962)

IMDb: 8.3
Birinci Dünya Savaşı’nda birbirinden kopuk Arap toplulukları, Türklerle savaşabilmeleri için bir araya getiren İngiliz askeri memur T. E. Lawrence ile ilgili, gerçeklikten esinlenmiş bir film.

11. Jurassic Park (1993)

IMDb: 8.1
Dinozor temalı bir eğlence parkında bir gece elektrik arızası çıkar. Bu sırada parkta klonlanmış dinozorlar kaçarak insanların arasına karışır ve ortalığı kaos bürür.

12. Mad Max: Fury Road (2015)

IMDb: 8.1
Kıyamet sonrası, yıkık bir dünyada bir kadının geldiği yere dönebilmek için başkaldırışını anlatıyor. Bir grup yoldaş bularak diktaya başkaldıran baş karakter, yine macera filmlerinde sevilen bir grup dinamiği içeriyor. Yakın tarihlerden bunun gibi daha çok aksiyona kayan macera filmleri için sizi soluksuz izleyeceklerinizi derlemiş bu listemize davet edebiliriz.

13. Catch Me If You Can (2002)

IMDb: 8.1
Gerçek bir hikayeden uyarlanan filmde, 16 yaşında dolandırıcılığa başlayan Frank’i, onun 18 yaşında FBI’ın en çok arananlar listesine giren en genç insan oluşunu izliyoruz. Macera filmlerinin vazgeçilmez ögelerinden kedi-fare yarışını, milyon dolarların üstünde oturan bir başarılı bir dolandırıcı ve FBI arasında izliyoruz.

14. Into the Wild (2007)

IMDb: 8.1
Christopher McCandless, Emory Üniversitesi’nden yeni mezun olmuştur. Eşyalarını dağıtır, birikmiş yirmi bin dolardan fazla parasını hayır kurumuna bağışlar. MAcera filmlerinin asıl anlamı olan yeniye, bilinmeyene atılma, kendini bu yeni ortamda gözlemleme unsurlarını gösterir izleyiciye. Alaska’ya otostop çekerek doğada yaşama kararı alır.

15. The Grand Budapest Hotel

IMDb: 8.1
Wes Anderson’ın bu filmi kurgusal Zubrowka’da bir otelde geçiyor. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasında, efsanevi odabaşı Gustave H ve arkadaşı belboyun maceralarını anlatıyor.

16. The Avengers (2012)

IMDb: 8.1
Kaptan Amerika, Iron Man ve Black Widow gibi, dünyanın e bilinen kahramanları bir ekip olarak çalışmalılardır. Loki ve yandaşlarından dünyayı kurtarabilmek için beraber mücadele etmeleri gerekmektedir.

17. Deadpool (2016)

IMDb: 8.0
Çok sevilen, ikinci filmi de 2018’de çıkan Deadpool, kanser olduğunu öğrenen Wade Wilson’ı konu alıyor. Sevdiğini zor duruma düşürmek istemeyen Wade kendini deneysel bir tedavi projesine gönüllü eder, fakat yan etkilerden biri bütün hayatını değiştirecektir. Ölümsüzleşen ve bir anti-kahraman olarak ortaya çıkan Deadpool’un savaşımlarını izliyoruz.

17. Iron Man (2008)

IMDb: 7.9
Bir Afgan mağarasında esir tutulduğu zamanlardan sonra bilyarder mühendis Tony Stark kötülükle savaşmaya karar verir. Kendisine bunun için yüksek teknolole donatılmış bir zırh inşa eder.

18. King Kong (1933)


IMDb: 7.9
Bir film ekibi egzotik bir adaya keşif gezisi yapar ve burada devasa bir goril keşfederler. Baş rol oyuncusu kadına karşı bir koruma içgüdüsü geliştiren bu gorili daha sonra onu ‘sergilemek’ üzere New York’a getirirler, burada işler karışır.

19. Life of Pi (2012)

IMDb: 7.9
Bir felaketten sağ kurtulan bir genç adam, denizde bir kayıkta mahsur kalır. Bu sırada kurtulan tek kazazede yanındaki kaplandır. Kaybolmuş, ürkmüş bu iki canlı arasında bir arkadaşlık başlayacaktır.

20. Moonrise Kingdom (2012)

IMDb: 7.8
Bir çift genç aşık, beraber evlerinden kaçarlar. Kaçış yolculukları, konakladıkları deniz kenarları ağaçlar, müzik ve kitap zevkleri başlı başına egzantrik bir dünyanın kapılarını aralıyor. Yine Wes Anderson’dan sevilen bir yolculuk öyküsü.

21. 127 Hours (2011)

IMDb: 7.6
Genç dağcı Aron Ralston, kolu bir kayaya sıkışınca Utah yakınlarında bir ıssızlıkta mahsur kalır. Beş gün boyunca onun kurtarılmayı bekler, kurtarılmayacağını anlar, hayatta kalmak için uç çarelere başvurmak durumunda olacaktır. Gerçek bir hikayeden beyazperdeye taşınmış.

22. Limitless (2011)

IMDb: 7.4
New York’ta yaşayan ve çok başarılı üretemeyen bir yazar bir gün beynini tam potansiyelinde kullanmasını sağlayacak bir hap ile tanıştırılır. Hapın başarısı, onu zengin, özgüvenli ve başarılı hale getirir. Fakat tehlikeler ve sonuçlar, her şeyin bir bedeli oluşu, onun peşini bırakmayacaktır.

23. The Mummy (1999)

IMDb: 7.0
Üç kişilik bir keşif grubu, Mısır’da bir antik kenti incelerler. Hepsi birbirinden farklı amaçlarla bu mirasla ilgilenmektedir, kültürel önemi, ekonomik potansiyeli onları motive eder. Fakat bu süreçte diri gömülmüş ve tek amacı sevdiğ kadına kavuşmak olan bir mumyayı uyandırırlar. Mumya insanlar için daha tehditkar hale gelirken üçlü, bu durumu düzeltmek zorunda kalacaktır. Mumya filmlerinin en çok blineni olsa gerek.

24. Annihilation (2018)

IMDb: 6.9
Başrolde Natalie Portman’ın oynadığı Netflix bilim-kurgu filminde, isimsiz bir biyolog, doğa kanunlarının hükmünü yitirdiği, vahşi ve gizemli bir bölgeye araştırma gezisine gider.

25. Duel in the Sun (1946)


IMDb: 6.9
Tıpkı süper kahraman filmleryle olduğu gibi, Western filmler ile de bir macera filmleri listesi genişletilebilir. Western’lerin en biriciklerinden olduğuna inandığımız bu King Vidor filmi nasıl IMDb’den 6.9 aldı emin değiliz. Konusu: babası ölünce onun eski aşklarından birinin himayesi altına alınan Pearl Chavez, burada onun sarışın ve centilmen oğlu ile karaşın ve serseri oğlu ile tanışır. Gerisi demiryolları, danslar ve çölde düellolar denebilir.

26. The Magnificent Seven (2016)

IMDb: 6.9
Değişik karakterlere sahip yedi tetikçi, genç ve güçlü bir dul tarafından bir araya getirilir. Bu kadın tarafından kendilerine, kasabayı açgözlü bir iş adamının özel silahlı kuvvetlerinden koruma görevi verilir.

20 Yıl Önce Vizyona Girdiği Halde Matrix’in Asla Eskimemesinin 4 Nedeni

$
0
0

1999 yılında Matrix vizyona girdiğinde hepimiz aksiyon filmlerinin bir daha asla eskisi gibi olmayacağını anlamıştık. Matrix’i izledikten sonra hayata bakışımız, giyim tarzımız hatta günlük konuşma dilimiz bile değişmişti. Keanu Reeves’in başrolünde olduğu, Watchowski kardeşlerin yönettiği üç filmlik seri, zihnimizde yeni kapılar açarken sinema endüstrisi için de öncü oldu.
Yerçekiminin ortadan kalktığı dövüş sahneleri ile Matrix, aksiyon filmlerine yeni bir boyut kazandırdı. Kullandığı dövüş koreografileri ve görsel efektler sinema kalıplarını değiştirdi.
Matrix serisini sinemada izleme şansını yakalayanlar bugün 30’lu yaşlarının ikinci yarısında ancak 20 yaşındaki film hala yeni hayranlar edinmeye devam ediyor. 20 yıldır izleyiciler Matrix’in ortaya attığı fikir ve soruları tartışıyor. Christopher Nolan gibi yönetmenler filmlerinde Matrix’te kullanılan teknikleri kullanıyor. Gelin, 20 yıllık olmasına rağmen gerek tekniği gerekse felsefesi ile Matrix’in neden eskimediğini inceleyelim:

1. Aksiyon Sahneleri Unutulmaz

Carrie Anne Moss’un canlandırdığı Trinity’nin, filmin başında karanlık bir odada polislerle dövüştüğü o sahneyi nasıl unutabiliriz. Trinity, tekme atmak için sıçradığında, etrafında dönen kamera ile görsel şölen başlamış oluyordu. Yerçekimine meydan okuyarak başka bir binaya sıçraması ve sahne doruk noktasına ulaştığında bir telefon kulübesinde, kendine doğru hızla gelen kamyona baktığı o an, hepimizi koltuğa çivilemişti.

2. Aksiyona Felsefe Kattı

Matrix serisi, sadece inanılmaz sahneleri ve hikayesi ile seyircileri etkilemedi, sinemayı sonsuza dek değiştirdi, endüstrinin geleceği üzerinde derin bir etkisi oldu. O güne kadar sayısız aksiyon filmi çekilmiş olsa da Matrix, barındırdığı felsefe ile bu türde bir dönüm noktası olmayı başardı. Her ne kadar temelde bir aksiyon filmi olsa da nihilizm ve varoluşçuluk gibi felsefi konulara atıfta bulundu.
Morpheus, Neo’yu eğitirken gerçeğin sadece beynimiz tarafından yorumlanan elektrik sinyalleri olduğunu söylüyordu.
Son zamanlarda sıkça duyduğumuz ‘Bir simülasyonun içinde yaşıyoruz’ teorisi de Matrix’in temel fikrini oluşturuyordu. Morpheus da Neo’ya “Gerçeğin çölüne hoş geldin” derken Simülasyon teorisini yazan ünlü düşünür Jean Baudrillard’a selamı çakıyordu.

3. Görsel Efektlerde Devrim Yaptı

Filmi yazan ve yöneten Wachowski kardeşler, Matrix filmi ile birlikte Hollywood’a ‘bullet time’ adlı efekti de armağan etti. Filmin akılda kalan en önemli sahnesi bu yöntemle çekilmişti. Neo’nun vücudunu geri yatırarak mermilerden kurtulduğu o sahneyi sinema salonunda izleyenlerin adeta gözleri büyümüştü.
Wachowski’lerin ‘bullet time’ efekti Matrix ile özdeşleşti. Matrix’ten etkilenen diğer filmler, televizyon programları ve video oyunları da sonraki yıllarda bu efekti kullanmaya başladılar ve şimdi ‘bullet time’ muhtemelen hiçbirimizin üzerinde aynı etkiyi yaratmıyor.

4. Dövüş Sahnelerini Yeniden Popülerleştirdi

Wachowski kardeşler, Asya sinemasının hayranıydı ve Matrix, Fist of Legend gibi filmlerde kullanılan dövüş koreografilerinden ilham aldı.
Fist of Legend’in dublör koreografı Yuen Woo-ping, Matrix için altı ay boyunca oyuncuları ve sanatçıları eğitti. Woo-ping ve Wachowskiler, dövüş sanatlarına ‘wire-fu’ denilen ve oyunculara bağlanan kablolar sayesinde gerçekçi ama olağanüstü hareketler yapmalarını sağlayan bir tekniği eklediler. Bu da seyirciyi adeta büyüledi. Şimdi aksiyon sahnelerinin hemen hepsinde kullanılan halat ve makaralardan oluşan bu yöntem, Matrix ile hayatımıza girdi.
1999’da Matrix’te Keanu Reeves’in dublörü, 2014’te ise John Wick filminin yönetmenliğini yapan Chad Stahelski bir röportajında şunları söylüyor: O zamanlar dövüş sahneleri, araba, at, helikopter ve motosiklet kovalama sahnelerine kıyasla geri plandaydı. Matrix bunu değiştirdi. Son on yılda çekilen herhangi bir aksiyon filminde dövüş sahnesi olmamasını düşünemezsiniz.

Viewing all 904 articles
Browse latest View live