Quantcast
Channel: Sinema | ListeList.com
Viewing all 910 articles
Browse latest View live

Her Gün Bir Yönetmen: Federico Fellini

$
0
0

Federico Fellini, kendi benliğini ve karakterini yansıttığı filmlerle hafızalara kazınmıştır… Kendisini belki de en çok duyulan La Dolce Vita (Tatlı Hayat, 1960) filmiyle tanıyanlarınız vardır. Bu yazıda Fellini sinemasına dair detayları ve hayatından kesitleri sizlere aktardık. Birçok ödül kazanmış ve kendine has bir sinema dili olan “Fellini Sineması” merak eden ve sevenleriyle bu yazıda buluşuyor…

Sanatıyla her daim ilham kaynağı olan; rüyaların, hatıra ve tutkuların yönetmeni Federico Fellini

1920’de Rimini’de doğan Fellini, on yaşında evden kaçıp bir sirke girmiştir

1939’da Roma’ya gitti ve burada karikatür sanatçısı olarak çalıştı


1938’de üniversiteye kaydını yaptırdı fakat derslere devam etmedi, mizah dergisi “420” ve resimli roman dergisi “Avventuroso” için çalışmaya başladı. 1939’da Roma’ya gitti ve karikatür sanatçısı olarak çalıştı. 1939-1940 yılları arasında radyo oyunları ve filmler için espriler yazdı.

Başarılı sinema kariyeri boyunca dört kez En iyi Yabancı Film Oscar’ını aldı


Özgün sinema diliyle Woody Allen’dan David Lynch’e, Martin Scorsese’den George Lucas’a kadar pek çok başarılı yönetmeni etkileyen büyük sanatçı, 60’tan fazla ödül kazanmıştır.

Kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Sinema var olmasaydı, bir sirk yöneticisi olurdum.” demiştir. Sirk, metafor ve gerçek anlamıyla Fellini’nin filmlerinde yoğun olarak karşımıza çıkar

Federico Fellini, Kasım 1993 yılında Roma’da yaşamını yitirdi…

Filmlerinde Yeni Gerçekçilik akımından farklı bir rota izlemiş, gerçek ile hayali iç içe geçirmiştir


Yönetmenlik kariyeri boyunca; sirkleri, gösteri dünyasının sıra dışı kişilikleri, mistik yaratıkları, antik roma karakterlerini kullanmıştır. Fellini, gerçek ile hayalin içi içe geçtiği öyküleri ile insanın bilinmezlerle dolu iç dünyasına derinlemesine bir olay örgüsüyle değinmeye çalışır.

Filmlerini hiçbir zaman açıklamaya çalışmamış, kendisini hiçbir akıma dahil etmemiştir


Fellini; ona bu konuda soru soran bir gazeteciye şöyle cevap vermiştir: “sanatta tanımlamalar anlamsızdır. Etiketler bavullara konur… Sanatta bütün yolların geçerli olduğu kanısındayım.”
Filmindeki tüm karakterleri izleyiciye yaşamın ta kendisi olarak yansıtan ve aktaran Fellini sineması, otobiyografik türdedir.

Federico Fellini, sanat dünyası hakkında ve filmlerindeki yapıyla ilgili şöyle bahsediyor;


“Utanarak itiraf ediyorum, sinemanın klasiklerini, murnau’nun, dreyer’in, eisenstein’ın filmlerini hiç görmedim. Ne gençliğimde ne de daha sonra yaşamak üzere gittiğim Roma’da… Belki Roma’da biraz daha fazla sinemaya gidiyordum ama yalnızca filmden önce başka bir gösteri varsa … Birçok filmi, perdenin arkasında, bir sandığın kenarına ilişerek kürküne sarılıp kahvesini içen bir dansözün yanında izledim.”
“Bir yazarın kendi eserleri hakkında bilinçli bir biçimde konuşabilecek son kişi olduğunu savunan kişilerle kesinlikle aynı görüşteyim. Bunu söylerken, züppelik ya da gösteriş amacıyla yaptıklarını azımsamaya ya da bir miti yıkmaya çalışan bir kişi olarak görünmek istemiyorum…”

Aylaklar (ı vitelloni, 1953)

IMDB: 8.0
Oyuncular: Alberto Sordi, Franco Fabrizi, Franco Interlenghi
Fellini bu filminde yaşadıkları küçük sahil kasabasından kaçıp yaşamlarında bir dönüm noktası yaratmaya çalışan beş genç adamın öyküsünü anlatıyor. Birbirinden ilginç beş karakteri sinema tarihine sunan Fellini, bu filmiyle uluslararası şöhreti yakalamıştı.

Sonsuz Sokaklar (La Strada, 1954)

IMDB: 8.1
Oyuncular: Anthony Quinn, Giulietta Masina, Richard Basehart
Film, sokaklarda gezginci panayırcılık yapan kaba bir adamla, kendisine yardımcı olması için fakir bir kadından para karşılığı aldığı sevgi dolu kızın hikayesini anlatıyor. Profesyonel oyuncuların rol almasına ve zaman zaman melodram ögeleri taşımasına rağmen yine de yeni gerçekçilik akımı içinde değerlendirilen film, Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ı kazanmıştı.

Kalpazanlar Çetesi (Il bidone, 1955)

IMDB: 7.6
Oyuncular: Broderick Crawford, Richard Basehart, Giulietta Masina
Fellini’nin drama ve komedi ögelerini ustalıkla yan yana kullandığı örnek yapıtlarından… İnsanları dolandıran üç kişilik bir çetenin liderinin kızıyla karşılaştıktan sonraki hayatı konu ediliyor. Filmde insana, “kızından sonra yaşamını ne şekilde değiştirecek? değiştirecek mi?” soruları sorduruyor.

Cabiria’nın Geceleri (Le notti di Cabiria, 1957)

IMDB: 8.1
Oyuncular: Giulietta Masina, François Périer, Franca Marzi
Roma sokaklarında gerçek aşkı arayışı, hayal kırıklıkları ve umutlarıyla yaşama tutunmaya çalışan yoksul hayat kadını Cabiria’nın hikayesini anlatan film 1958 yılında Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ı kazandı. Filmde Cabiria’yı Fellini’nin eşi Giulietta Masina canlandırdı ve bu başarılı performansıyla hem Cannes Film Festivali’nde hem de San Sebastian Film Festivali’nde “En İyi Kadın Oyuncu” ödüllerinin sahibi oldu.

Tatlı Hayat (La Dolce Vita, 1960)

IMDB: 8.1
Oyuncular: Marcello Mastroianni, Anita Ekberg, Anouk Aimée
Fellini’nin başyapıtlarından olan Tatlı Hayat, kapitalist sistemi ve zaman ilerledikçe maddeleşen insanlara dair bir yükseliş ve sesleniş niteliğinde. Burjuvazinin yaşadığı ve yaşatmış olduğu yozlaşma ve çöküşten bahseden Fellini, yüksek sosyetenin görkemli yaşantısını, köşe yazarlığı yapacak olan bir gazetecinin gözünden izleyiciye sunuyor. Bu gazatecinin gözünden izlediğiniz filmin içine tahmin ettiğinizden daha hızlı bir şekilde girmiş olacaksınız…

Roma (1972)

IMDB: 7.4
Oyuncular: Peter Gonzales, Marcello Mastroianni, Alberto Sordi ve Gore Vidal
Rüyaların, tutkuların, anıların ve kadınların yönetmeni Fellini, Roma ile İtalya’nın en sinematografik kentine yakından bakıyor ve kendi Roma’sını anlatıyor. Yarı-otobiyografik, yarı düşsel Roma, sinemacının Rimini’den Roma’ya taşındığı dönemde yaşadıklarından esinleniyor.

Amarcord (1973)

IMDB: 7.9
Oyuncular: Magali Noël, Pupella Maggio, Armando Brancia
Yetişkinlik dönemlerini anlattığı 1972 tarihli Roma’dan filminden sonra, gençlik yıllarını geçirdiği ufak bir İtalyan kasabası olan Rimini’ye dönüş yapan Fellini, o dönemin faşizmini ele alıyor.
1930’lu yılların Rimini’sinde, son derece sıcak karakterli insanlarla bezeli Amarcord, o tarihlerde yükselişte olan faşizmi hedefine alıyor. Her karesinin, Fellini sinemasının yapı taşlarını ortaya koyduğu film, yönetmenin estetik sineması ve düşünce biçimini sinematografik anlamda birleştirip sunduğu kıymetli yapımlardan biri…


Bahar Gelmişken Seyahate Çıkmanızı İmrendirecek 10 Yol Filmi

$
0
0

İnsana ilham veren yol filmleri, gezilecek yerler listenize birbirinden farklı ülke ve şehirleri eklemenize yardımcı oluyor! Havalar güzelleşmişken tatil planlarının yapıldığı şu sıralarda herkesin ihtiyacının olduğu “Yol Fimleri” listesi, seyahate çıkmış kadar olacağınız yapımlardan oluşuyor. Yol ve seyahat filmlerini sizler için derledik, umarız ki ilham dolu bir liste olmuştur, keyifli okumalar… 🙂

1. Seven Years In Tibet (1997)


IMDb: 7,0
Avusturyalı Heinrich Harrer, II. Dünya Savaşı’nın olduğu yıllarda ülkesinden uzaklaşarak Himalayalar’a gider. Tibet yakınlarındaki yasak bölge Lhasa’ya adım atan Harrer’ın aklı henüz hiç görmediği çocuğundadır. Tibet’e kaçan Harrer, burada çocuk yaştaki kutsal lider Dalai Lama’yla tanışır ve Tibet halkının Çin’den gördüğü zulme tanık olur. Dalai Lama ise halkının onurunu düşünmekte ve Harrer’ın da yardımıyla sürekli kendisini eğitme ve geliştirme çabasındadır.

2. The Motorcycle Diaries (2004)


IMDb: 7,8
Motosiklet Günlüğü, Küba devrimcisi Ernesto “Che” Guevara ve yakın arkadaşı Alberto Granado’nun 1950’li yıllarda Güney Amerika’yı motosikletle dolaşmalarını konu alan biyografik bir yapım. Birlikte Arjantin, Şili, Brezilya ve Peru’yu dolaşan Ernesto ve Alberto, maceranın başında birbiriyle eşdeğer hedefleri olan insanlar olsalar da bu yolculuk onları bambaşka noktalara getiriyor. Yol filmleri denildiğinde akla gelen ilk yapımlardan biri olan bu film, Guevara’nın gençlik yıllarını ele alıyor ve izleyiciye doğrudan politik bir görüş sunmuyor. Ancak liderin dünya görüşüne şekil veren yıllar hakkında çok önemli detaylar da bulabildiğimiz bu film, yol filmleri kategorisinde bir hayli dikkat çekiyor.

3. Into The Wild (2007)


IMDb: 8,1
Gerçek bir hikayeden uyarlanacak çekilmiş bir film olan Into the Wild, “yolda olma” kavramını derinlemesini hissettiriyor. Crhistopher elinin altındaki tüm imkanları reddederek rahat ve başarılı bir yaşam sürdüğü düzenini bırakıyor ve Alaska bölgesinde özgürlüğünün peşine düşüyor… Vahşi doğayla mücadele etmenin zorluğunu gören genç aynı zamanda sayısız bir maceranın içine sürükleniveriyor. Filmin sonu ise hiç beklenmedik bir olay yaşayan ve seyirciyi ciddi anlamda şaşkına çeviren Crhistopher’ın hikayesi yaşamı sorgulamanıza da neden olacaktır. Bir gencin gözünden özgür olmanın anlamını tüm film boyunca göreceğiniz Into The Wild, kaçırılmaması gereken yol filmlerinden.

4. Sideways (2004)


IMDb: 7,5
Kusursuz California manzaraları ile Rex Pickett’in aynı adlı romanından uyarlanan Sideways, 30’lu yaşlardaki iki arkadaş olan Miles ve Jack’in hikayesinden yola çıkıyor. Karakter anlamında birbirlerine zıt olan bu iki arkadaş, Jack’in düğününü kutlamak için şarap tadımı yapmak üzere California sahillerinden, Santa Barbara County’e doğru yola çıkar…

5. The Secret Life of Walter Mitty (2013)


IMDb: 7,3
İzlanda’da çekilen son zamanların en eğlenceli yol filmi “The Secret Life of Walter Mitty”. Walter, büyük bir derginin fotoğraf departmanında çalışan ve sakin bir hayat süren karakterdir. İş arkadaşı Cherly’den hoşlandığını ona belli edemez bu konularda oldukça zayıftır fakat hayal gücü çok geniş bir adamdır. Günlük yaşantısında kendisini maceradan maceraya atılan bir kahraman olarak hayal eder. Dergi kapanma aşamasına gelir ve son sayı için özel bir çalışma hazırlanacaktır. Bu fotoğraf çalışmasının 25. karesi ise kayıptır ve Walter bu kareyi bulabilmek için hayallerindeki maceralara gerçekten atılır. İnsanın içinde var olan potansiyeli gerçeğe çevirmesi hakkında umut veren bu yapım, oldukça eğlenceli bir yol filmi…

6. Wild (2014)


IMDb: 7,1
“Wild” filmi genç bir kadının iç dünyasına dönebilmek amacıyla yaptığı bir yolculuğu anlatıyor. Cheryl isimli genç kadın son zamanlarda yaşamaya başladığı sorunlar nedeniyle hayatının anlamsızlaştığını hissetmeye başlar. Sonrasında 1,100 millik bir yürüyüşe çıkmaya karar verir. Hayatını ve hayatındaki anlamını bulmak için çıktığı bu yolda birçok insanla tanışıp birçok duygu geçişleri arasında kalır. Geçmişe dair hissettikleri ve düşündüklerini kafasında tekrar eder, neden bu yola çıktığını her zorlukta kendine hatırlatır ve yoldan hiç vazgeçmez…

7. The Bucket List (2007)


IMDb: 7,4
Bir hastanede kanserle mücadele eden iki insanın yollarının kesişmesini anlatan film, umutsuzlukla başlayan bir hikayeden umuda doğru bir geçiş yapıyor. İkisinin de pişmanlığı hayattayken yapamadıkları olunca bir liste hazırlıyorlar ve olaylar gelişmeye başlıyor! Hastalıklarına rağmen yollara düşen iki arkadaş, kalan vakitlerini en iyi şekilde değerlendirerek, pişmanlıklarını azaltarak ve keşke demeden hayata veda etmenin yolunu bulmaya çalışıyorlar. İki kafadarın maceraları izleyen herkesi hem duygulandıracak hem de keyiflendirecek…

8. Almost Famous (2000)


IMDb: 7,9
Hayattaki tek tuttukusu müzik olan asosyal William’a müzik degisi Rolling Stone’dan hayal bile edemeyeceği bir teklif gelir. Rock grubu Stillwater ile turneye çıkması ve edindiği tecrübeler doğrultusunda bir makale yazması beklenir. Bu turnede oldukça olgunlaşıp, müziğe dair birçok şey öğrenen William, hayata dair bambaşka detayları keşfedecektir.

9. Paris, Texas (1984)


IMDb: 8,1
Sessiz bir adam olan Travis, yalnızca yollarla konuşup sırlarını o şekilde paylaşıyor. Araçla bile zor geçilecek olan yollarda yürüyen Travis, bir gün kardeşinin davetiyle medeniyete tekrar dönüyor. Başlarda kalıcı yaşamı kabul etmeyen Travis,zamanla bu duruma alışır ve yeniden yollara dönmeden önce uzun zamandır ertelediği bir şeyi yapmaya karar verir: karısını bulmak. Karakter çalışmasının kusursuz olduğu film, konfor ve yerleşik hayata sunduğu eleştiriler ve o karşılaşma anının etkileyiciliği bambaşkadır.

10. In July (2000)


IMDb: 7,8
Yönetmenliği ve senaristliğini Fatih Akın’ın üstlendiği bu film, çevresinden saygı ve sevgi görmeyi bekleyen genç bir öğretmen olan Daniel’in hikayesiyle başlıyor. İç dünyasında yaşayan öğretmenin insanlarla ilişkisi yok denecek kadar azdır. Juli ile tanıştıktan sonra hayatı değişmeye başlar. Daniel’e ilk gördüğünde aşık olan Juli, onu hayatının aşkını bulacağı konusunda ikna eder. Ancak işler karışır, bir Türk kızına aşık olan ve onun peşinden İstanbul’a giden Daniel’i Juli yalnız bırakmaz.

Umutsuz Anların Kurtarıcısı “Her Şey Çok Güzel Olacak” Filminden Akıllara Kazınan 13 Replik

$
0
0

Herkesin vardır mutlaka karanlık günlerde dinlediği bir şarkısı, altını çizdiği yerlerini okumaktan usanmadığı bir kitabı. Ya da defalarca izlediği halde bir türlü vaz geçemediği, izlemelere doyamadığı, tüm repliklerini ezbere bildiği bir filmi. Günü güzelleştiren, umudu yeşerten, “yalnız değilim” dedirten şarkılar, paylaşan kitaplar, anıları taze tutan filmler, replikler. Türk sinema tarihinde yerini almış, izleyicilerini kah güldürmüş, kah ağlatmış, ama en çaresiz anlarda bile hala umut var dedirtmiş film, “Her Şey Çok Güzel Olacak”. Cem Yılmaz ve Mazhar Alanson’un birbirinden ayrı yaşayan iki zıt karakterdeki kardeşi canlandırdığı, film müzikleriyle de aklımıza kazınan “Her Şey Çok Güzel Olacak” filminin dillere pelesenk olan repliklerinden liste yaptık. Yapmasa mıydık, etmese miydik? 🙂

1. ”Benim hala umudum var”


1- Barı açıyorum
2- Ayla’yla aramı düzeltiyorum
3- Babamı da yanıma alıyorum

2. “Bu ne biçim hikaye böyle?”


– Sen insan değilsin biliyor musun? Sen insan suretinde bir hayvansın

3. Bilemiyorum Altan


+ Benim ne işim var ulan Bodrum’da?
– Bilemiyorum Altan…

4. Hadi ben kaçtım


+ Hadi ben kaçtım o zaman ararım ben seni
– Arama Altan
+ Eyvallah ararım ben
– Arama Altan güle güle
+ Ararım ya
– Arama Altan selam etme
+ Ararım ben seni hadi

5. Bir arkadaşa bakıp çıkacaktık


+ Tolga beyi ziyarete gelmiştik biz
– Tolga bey taburcu oldu efendim
+ Nasıl ya? Komada olacaktı kendisi?

6. Hüseyin


+ Adı ne abi bunun?
– Hüseyin
+ Hapın abi hapın?
– Ne bileyim lan üstünde yazıyor

7. Babaya sapıtılmaz


+ Baba ağzımıza sıçtın geldiğimizden beri ha
– Altan sapıtma oğlum babanla ya
+ Kadir kıymet bilmeyiz bir boka yaramayız, yaranamadık anasını satayım
– Yaşlandı aksileşti diyorum
+ Gençliğini de biliyoruz

8. Defter benim değil mi?


+ Sahtekarsın sen, sahtekar. Seni sildim defterden.
– Niye baba?
+ Sildim, canım istedi sildim. Defter benim değil mi? Aradığın sorduğun mu var be?
– İnsaf baba haftada iki gün geliyorum her gelişimde kovuyorsun.
+ Hööösst cevap verme! Elin boş götün yaş gelmişsin yine ağzım zehir gibi bir çikolata bile almamışsın
Pişmaniye getirdim baba
+ Pişmaniye getirmişmiş. Sen babana götündeki kıllar pişmaniye gibi mi oldu diyosun?
– Estağfirullah baba
+ Hadi be sende koca kafa

9. Arı vız vız vız tabi ki


+ Arı vız vız vız
– Altan git başımdan
+ Arı vız vız vız
– Sırnaşma ya
+ Sırnaşırım allah allah, vız vız vız
– Altan uyuyorum
+ Ayla, abimi buldum, Nuri’yi buldum, acayip kavga çıktı, kafayı yardılar baksana, hiç bakmıyorsun kızım baksana halime
– Altan bas git! Kim yardıysa eline sağlık. Bu saatlere kadar nerede sürtüyorsan git oraya seril.
+ Ne ayıp bir şey ya yaptığın 🙁 arı vız vız vız

10. Kardeş can’dır


+ Tam hayatımı düzene sokmuştum ya
– Ben çıktım karşına değişti işte hayatın

11. Neyse ne


+ Düşünsene eve giriyorsun karşında böyle bir manzara tabi artık elinden hiçbir şey gelmiyor yani ha sen şimdi diyeceksin ki Ayla öyle bir şey yapmaz, yaptı yapmadı neyse ne hayat işte

12. En alakasız alakalı replik


+ Ya altan, buraların güneşi de kuvvetli, tanımadığımız bir güneş

13. Az buz da değil


+ En azından hayattayız be abi bu da bir şey

Bonus:

“Benim hala umudum var”

Extremely Wicked, Shockingly Evil, and Vile’ı İzledikten Sonra Görmeniz Gereken 10 Film

$
0
0

Neredeyse herkesin “Netflix’teki Ted Bundy filmi” olarak bahsettiği Netflix’teki Ted Bundy filminin adı aslında Extremely Wicked, Shockingly Evil, and Vile. Akılda tutması biraz zor olsa da Zac Efron’un başrolde olduğu bu filmi izlediğinizde hatırlamak daha kolay olabilir. Extremely Wicked, dünyanın en ünlü seri katillerinden biri olan Ted Bundy’nin hayatına odaklanıyor. 1989’da Florida’da idam edilen Bundy’nin uzun soluklu kız arkadaşı Liz’le arasındaki problemli ilişkiyi merkeze alan Extremely Wicked’ı beğenirseniz bir de şu filmleri görün ki, hem seri katil filmlerine hak ettiği değeri vermiş hem kült filmlere selam çakmış olun.

1. Conversations with a Killer: The Ted Bundy Tapes (2019)


Açılışı bir filmden ziyade mini diziyle yapıyoruz. Çünkü Extremely Wicked’a da imza atan Joe Berlinger imzalı Conversations with a Killer: The Ted Bundy Tapes, bu filmin hemen ardından izlemeniz gereken bir belgesel. İki yapım da Ted Bundy’nin idamının 30’uncu yılına dikkat çekmek için hazırlandı. Gazeteci Stephen Michaud’un 1980 yılında Bundy ile yaptığı röportaj kasetlerinin kullanıldığı bu belgesel, en iyi seri katil belgesellerinden biri.

2. We Need to Talk About Kevin (2011)


Sevdiğiniz birinin seri katil olduğunu ya da toplu katliam yapabileceğini nasıl anlarsınız? Extremely Wicked’da Lily Collins’in canlandırdığı Elizabeth Kendall karakteri için bunun düşüncesi bile son derece rahatsız ediciydi. Lynne Ramsay’nin başyapıtı We Need to Talk About Kevin’da Tilda Swinton, oğlunu yetiştirirken nerede yanlış yaptığını düşünen, oğlunun bir psikopat olduğunu önceden fark edip edemeyeceğini sorgulayan bir anneyi canlandırıyor.

3. Zodiac (2007)


Berlinger, Extremely Wicked için 1970’ler ve o dönemi anlatan filmleri gayet iyi incelemiş. Yönetmen, Newsweek’e yaptığı açıklamada, prodüksiyon tasarımı için 70’ler üzerinde fazlaca durmaktansa, kullandığı lenslerle o havayı yaratmak istediğini söylemişti. Bunun için de o dönemin ekipmanıyla çalışması gerekiyordu. Peki böyle yapmak zorunda mıydı? David Fincher, yine bir 70’ler seri katilini işlediği filmi Zodiac için çoğunlukla dijital ekipman kullandı; o dönemin hissiyatını kostüm ve prodüksiyon tasarımıyla başarıyla verdi. Fincher’ın bugün bile kimliği gizli kalmış bir seri katili merkeze aldığı başyapıtı Zodiac, Extremely Wicked ile kıyaslamak için harika bir seyirlik.

4. American Psycho (2000)


Bret Easton Ellis’in 80’lerde geçen, çok tartışmalı ve vahşi romanının yakışıklı ve karizmatik seri katili Patrick Bateman, Mary Harron tarafından beyazperdeye başarıyla uyarlanmış, psikopat Bateman, Christian Bale tarafından muazzam bir biçimde canlandırılmıştı. Ellis, bu romanı kaleme alırken Bundy’den bir hayli etkilendi ve Bateman karakterini yaratırken Bundy hakkında yazılmış kitapları okudu. Bateman, görünürde herkes tarafından sevilen başarılı ve yakışıklı bir Wall Street yatırım bankeriydi ve kimse onun bir seri katil olduğunun farkında değildi. Aynı şekilde Ted Bundy’nin de bir seri katil olduğunu kimse hatta kendi nişanlısı bile fark etmemişti.

5. The People vs. Larry Flynt (1996)


Bundy 1989 yılında infaz edilmeden saatler önce, işlediği cinayetlerde pornografiden etkilendiğini itiraf etmişti. Bundy, “İnsanların benim gibi olmasını istemiyorsanız Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı değil Hustler’ı yakın” demişti. Pornografik dergi Hustler’ın kurucusu Larry Flynt, mahkemede kendini savunurken mahkemeyi aynı Ted Bund’nin yaptığı gibi bir sahneye çevirmişti. The People vs. Larry Flynt de işte tam buna odaklanıyor ve Woody Harrelson tarafından canlandırılan Flynt’in mahkemedeki narsist hareketlerini ve şovmenliğini başarıyla yansıtıyor. Milos Forman’ın ustalığını konuştuğu filmin başrolündeki Woody Harrelson’a Courtney Love ve Edward Norton eşlik ediyor.

6. Paradise Lost: The Child Murders at Robin Hood Hills (1996)


Berlinger, her şeyden önce çok iyi bir belgesel yönetmeni ve gerçek suç alanında tam bir usta. 2015 yılında hayatını kaybeden ortağı Bruce Sinofsky ile birlikte Brother’s Keeper’ı çektiklerinde takvim yaprakları 1992’yi gösteriyordu. Bu belgeseli bir diğer suç belgeseli olan Paradise Lost: The Child Murders at Robin Hood Hills izledi. HBO için yapılan bu belgesel, “Batı Memphis Üçlüsü” olarak anılan üç gencin, üç küçük çocuğu öldürmekle suçlanmasını merkeze alıyor. Ancak Bundy’nin aksine hüküm giymiş olsalar da bu üçlü suçsuz. Berlinger, heavy metal sevdalısı ve her daim siyah giyen bu üç gencin hikayesini anlamaya, 2000 yılında çektiği Paradise Lost 2: Revelations ile devam etti. 2011’de hapisten salıverilmelerini ise Paradise Lost 3: Purgatory’de işledi. Bu belgeselin Oscar adayı olduğunu da hatırlatalım.

7. The Silence of the Lambs (1991)


Bundy, bugüne dek birçok kez sinemada hayat buldu. Bunlardan ilki, o hala hayattayken çekilmiş olan The Stranger Beside Me’ydi. Bundy’den ilham alarak çekilen ikinci seri katil filmi, Jonathan Demme’in En İyi Film Oscar’ını da kazanmış harika filmi The Silence of the Lambs oldu. Thomas Harris’in aynı adlı romanından uyarlanan film, genç bir FBI ajanının, bir seri katili yakalamak için başka bir seri katilden yardım almasına odaklanıyordu. FBI ajanının yakalamaya çalıştığı seri katil Buffalo Bill, gerçek hayattaki Ed Gein, Gary M. Heidnik ve Ted Bundy’den ilham alınarak ortaya çıkarılmıştı. Harris, Bundy’yi sorgulayan FBI ajanı ile görüşmüş, hatta Bundy’nin mahkemesine bile katılmıştı. Bundy aynı zamanda Hannibal Lecter karakteri için de yazara ilham kaynağı oldu. Çünkü Bundy de Lecter gibi hapisteyken FBI’a yardımcı olmuştu.

8. Stranger In the House (1974)


Bu film ismen tanıdık gelmeyebilir çünkü onu Black Christmas adıyla da biliyor olabilirsiniz. Stranger In the House, Kanada yapımı seri katil filminin 1978 yılında Amerikan televizyonlarında yayınlandığı ismi. NBC’nin filmi 28 Ocak’ta yayınlaması planlanmıştı ancak 15 Ocak’ta iki üniversite öğrencisi Florida’daki bir kız öğrenci yurdunda Ted Bundy tarafından (o zaman bu gerçek henüz bilinmiyordu) öldürüldü. Bu film de kız öğrenci yurdundaki cinayetleri anlattığı için Florida’daki NBC yetkileri filmin yayın tarihini ertelemeye karar verdi. Bundy’yi birebir ilgilendiren bu korku filmi, kesinlikle izlenmeyi hak ediyor.

9. Papillon (1973)


Extremely Wicked’ın bir sahnesinde Bundy’nin Henri Charrière’in anılarını anlattığı Papillon’u okuduğu görülüyor. Haksız yere cinayetten hüküm giymiş Charrière’in, Fransa’daki yüksek güvenlikli hapishaneden kaçış hikayesini anlattığı bu kitabı okuyan Ted Bundy, Liz’e hikayeyi kendisiyle özdeşleştirdiğini, kendisinin de masum olduğunu söylüyor. Bundy’nin en sevdiği kitap olan Papillon’un 1973 tarihli unutulmaz beyazperde uyarlaması, Extremely Wicked’dan sonra kesinlikle görülmesi gereken, başroldeki Steve McQueen’in devleştiği bir klasik.

10. Gaslight (1944)


Extremely Wicked’ın, Netflix’te yayınlanma tarihinin Gasligh’ın 75’inci yıldönümü haftası ile aynı tarihe denk gelmesi tesadüf olabilir. Başrollerde Ingrid Bergman ve Charles Boyer’ın olduğu MGM klasiği, kocası tarafından sürekli olarak manipüle edilen genç bir kadının, kendini sorgulamaya ve kendinden şüphe etmeye başlaması üzerine kurulu. Hitchcockvari bir gerilim olan Gaslight, aslında tam olarak Ted Bundy’nin insanlara yaptığı psikolojik manipülasyon üzerine kurulu. Tam da bu sepeble 1944 yapımı olan bu klasik izlenmeyi hak ediyor.

Mutlaka İzlenmesi Gereken 10 Hayvan Belgeseli

$
0
0

Biliyoruz, siz asla dizi takip etmiyor, televizyonun boş programlarıyla vakit kaybetmiyorsunuz. Takip ettiğiniz tek magazin hayvanlar alemi, ilgi duyduğunuz tek politikacı ormanlar kralı aslan. Biz istedik ki Serengeti’de hayatın ne kadar da zor olduğuna kafa yoran okurlarımız bir de şimdi ne izlesem sorununa düşmesin. En güzel hayvan belgeselleri listemiz sizin için gelsin.

1.Planet Earth

BBC yapımı bir doğa belgeseli olan bu dizi 11 bölümden oluşuyor. Ilk yayınlanışının ardından tekrarlarıyla birlikte izleyici sayısı milyonları bulan yapımın her bölümü mağaralar, dağlar, çöller, kutuplar gibi farklı bir konuyu ele almakta.

2.The Crocodile Hunter

Vahşi doğa belgesellerinin en önemli aktörlerinden biri pek çoğumuzu izlerken dahi korkutan timsahlar. Ancak onlara korkusuzca yaklaşıp yaşamlarına dahil olan biri var: Timsah avcısı olarak da bilinen Steve Irwin. Irwin’in bir dizi şeklinde yayınlanan bu televizyon programı 137 ülkede 500 milyon kişi tarafından izlenmiş.

3.Ocean’s Deadliest

Timsah Avcısı Steve Irwin bu defa da okyanus altında karşımızda. En az yukarıdakiler kadar vahşi ve tehlikeli bir hayat barındıran okyanus yaşamına bir kapı aralayan bu belgesel, ne yazık ki çekimleri sırasında dikenli vatoz saldırısına uğraması nedeniyle Irwin’in son belgeseli olmuş.

4.Life in Undergrowth

David Attenborough tarafından hazırlanan BBC yapımı bu belgesel böcek korkusu olanlar için pek de uygun gözükmüyor. Ancak belki de onların gizemli dünyasına tanık olmak fikrinizi değiştirecektir.

5.Son Aslanlar

Belgesel listesi yapıp aslanları dahil etmemek olmazdı. National Geographic imzalı bu belgeselde aradığınız belgesel tadını bulacağınıza eminiz.

6.Monkey Kingdom

Sri Lanka ormanlarında yaşayan bir maymun ailesinin yaşamını kim merak etmez ki? Yeni doğmuş bir maymun ve annesinin ilişkisini konu alan 2015 yapımı bu belgesel film alışık olduğunuz belgesellerden farklı oluşuyla izlemeye değer.

7.The Crimson Wing: Mystery of the Flamingos

Bir başka Disney yapımı bu belgesel güzellikleriyle gözümüzü gönlümüzü açan flamingoların yaşamına odaklanıyor. Doğum sırasında annesinden ve flamingo sürüsünden ayrılan bir yavrunun hayatta kalma çabasını izleyeceğiniz belgeselin müzikleri de oldukça başarılı.

8.İmparatorun Yolculuğu

Belgesel denince akla gelen bir diğer isim, penguenler. Aslan ne kadar kralsa onlar da o kadar imparator. Bu imparatorların Antarktika’daki yıllık yolculuğuna bu güzel belgesel filmle dahil olabilirsiniz.

9.Kanatlı Uygarlık

Biz yerimizde dururken kafamızı kaldırdığımızda gördüğümüz kuşlar kim bilir nereden gelip nereye gidiyor? Kuşların göç yollarını konu alan Fransa yapımı bu belgesel filmin çekimleri 7 kıtada 4 yıl boyunca sürmüş. Çekimlerine oldukça emek harcanan yapım, en iyi belgesel film dalında Oscar’a aday gösterilmiş.

10.Kutuplar Atlası

Yeryüzünün en sıra dışı bölgelerinden olan kutuplar bembeyaz ve soğuk görünümünün arkasında oldukça canlı ve vahşi bir yaşam barındırıyor. Bu yaşama bir ucundan tanık olmak her biri 50 dakika süren 8 bölümlük bu belgeselle mümkün.

Kalplere Dokunan Gönüllerin Şampiyonları! (İnceleme)

$
0
0

2018 yılında İspanya’yı kasıp kavuran Şampiyonlar ülkemizde 3 Mayıs itibarıyla vizyona girdi. Avengers yüzünden oldukça az yer bulsa da sinema salonlarında ve oldukça da az gişe yapsa da, kalbimize dokunma gücü bunların hepsini önemsiz kılıyor. Siz de mutlaka bu filmi en kötü şekilde internetten izleyin (korsana hayır ama sadece büyük şehirlerde vizyonda) ve sonra okuyun bu yazıyı. Uyarımızı yaptık… Şimdi, filmin içine ufaktan ufaktan girelim!

3 milyondan fazla izlenme, İspanya’nın Oscarı

Yönetmen koltuğunda kısa filmleriyle nam salmış ve bu alanda da oldukça ödül almış bunun yanında da çeşitli animasyonların da başında bulunmuş Javier Fesser oturuyor. Film kendi ülkesinde -ki İspanya sineması son dönemde atağa geçti bu rakam büyük bir başarı- 3 milyondan fazla seyirci toplamış ve İspanya’nın Oscar’ı diye tabir edilen Goya ödüllerinde en iyi film ödülünü kazanmış. (Goya ödüllerinde diğer aday filmleri bilmiyoruz ama bilen büyüklerimiz Şampiyonlar’ın hakkıyla kazandığı görüşünde)

Peter Pan Sendrmlu anti-kahraman!

Gelelim yavaş yavaş filme. Filmdeki başrolümüz Marcos adında İspanya ACB liginde (İspanya’nın basketboldaki birinci ligi, bizdeki Tahincioğlu Basketbol Ligi gibi düşünebilirsiniz ) Estudiantes takımın yardımcı koçluğunu yapan ilginç bir karakter. İlginç bir karakter diyoruz çünkü kahramanımızın öfke sorunu, mükemmeliyetçiliği, yer yer ırkçılığı ve Peter Pan sendromu var. Maşallah ne ararsak var. Peter Pan sendromunu da bilmeyenler için kısaca değinecek olursak da şöyle. Genelde erkeklerde 25-40 yaş arasında görülen çocuk kalma durumu, bu sendromun en belirgin özellikleri arasında, annesiyle arasında hala çocukluktaki bakış açısının hakim olması, dünyayı toz pembe görmek, büyük sorumluluklar alamamak gibi şeyler diyebiliriz. Biz en iyisi şuraya bir link bırakalım daha fazlasını merak edenler için.

Zihinsel engelli amatör oyuncular

Başrolümüzü tanıdık şimdi sırada basketbol takımımızı tanımak var. Filmin doğallığını sağlayan en temel faktör filmdeki zihinsel engelleri karakterlerin seçiminde yapılmış. Yani filmde gördüğümüz her zihinsel engelli karakter gerçek hayatta da aynı zihinsel engeli olan insanlar ve birçoğunun kamera karşısındaki ilk işi. Yapımcıların aldığı bu ortak (ve bizce riskli) karar filme çok güzel hizmet etmiş ve filmin amaçladığı duyguları çok güzel hissettirmesine neden olmuş! Buradan da yapımcıları çok tebrik ediyoruz, biz izlerken özellikle birkaç karakterin oyunculuklarına bayılmıştık ve filmden çıkınca böyle bir kararı gördüğümüz zaman çok şaşırmıştık.

Cezanın ödüle dönüşmesi

Gelelim yavaş yavaş filmin konusuna. Başrolümüz Marcos bir gün lig maçında koçuna saldırıyor (bunun sebebi öfke kontrol problemleri yaşadığı için ama basketbolu yakından takip ettiğimiz için burada Marcos’u çok haklı buluyoruz maalesef… Değişen basketbolda hücum anlayışının bu kadar geri plana atılması bizce de affedilir bir durum değil! Biz de Marcos’un yerinde olsak koça saldırırdık , galiba bizim de öfke kontrol problemimiz olabilir) Saldırıdan sonra da olması gerektiği gibi takımdan kovuluyor. Bu üzüntüyle kendisini alkole veriyor ve o günün devamında alkollü bir şekilde çeşitle kötü şeyler yaşıyor ve (buraları hızlı geçelim, konusunu her yerde bulabilirsiniz) cezaya çarptırılıyor. Cezası da şu ya 2 yıl hapis ya da 90 gün kamu cezası. Yargıç bu iki ceza arasından kamu cezasını veriyor ve zihinsel engelli bir takımın başına antrenör olarak atıyor Marcos’u. Bu takımla da bir turnuvaya katılması isteniyor. Kısa vadede zulüm gibi gözükse de Marcos’a bu ceza, zamanla kendisine ödül verildiğini anlıyor…

Duş alma korkusu

Bu basketbol takımının temelinde 9 karakter var. (tabi sonradan dahil olanlar da oluyor) Hepsinin birbirinden çeşitli kişilik özellikleri var ki filmin en top noktası da bu 9 karakterin hayatlarının ayrı ayrı olarak anlatıldığı bölüm. Bu bölüm gerçekten çok güzeldi ve bir o kadar da imrendiriciydi. Çünkü Türkiye’de İspanya’da olduğu gibi imkanların henüz olmadığını fark etmek bizi çok üzdü ama yavaş yavaş gelişen farkındalığımız sayesinde bu durumun hızla kapanacağını umuyoruz…

Bu takımdan bir dostumuzun sarılmayı çok sevme gibi bir özelliği var ama suya fobisi olduğundan dolayı duş alamıyor ve kötü kokuyor(bu yüzden de Marcos’a her sarılmaya çalıştığı zaman ret cevabını alıyor). Marcos da bu fobiyi o kadar güzel yıkıyor ki hem gözyaşlarımıza engel olamıyoruz hem de tebessüm etmeden duramıyoruz. Sonrasında da Marcos’un asansör fobisinin yıkılmaya çalışıldığı bir sahne var ki… (Buraya kadar gelip de hala izlemediyseniz şimdi burada bırakın ve lütfen izleyin)

İspanya’nın yaptığı şikeye özeleştiri

2000’de Sdney’de Paralimpik Oyunlar düzenleniyor. İspanya, bu oyunların basketbol branşında 13 sene sonra açığa kavuşan bir şike yapıyor. Şöyle; 12 kişilik kadroda yalnızca 2 sporcu engelli. Geri kalan 10 kişi hiçbir engeli bulunmayan insanlar. İspanya’nın bu konuda geçmişinde kirli sayfası olmasına rağmen bu konuyu es geçmiyor ve filmde özeleştiriyi çok güzel yapıyor. Siyasi yazmak istemiyoruz ama umarız bu özeleştiri kısmı bizim ülkemize de uğrar bir ara… Bu büyük şikenin detaylarına da şuradan ulaşabilirsiniz.

Yıllar sonra hatırlanacak diyaloglar

Filmde Marcos ile takım arasında yaşanan her diyalog bizim için çok büyük bir keyifti. Buraya hepsini yazamayız ve en sevdiklerimizden bir tanesini yazalım;
– Koç ben sana hak veriyorum, ben de çocuk sahibi olacak olsam, bizim gibi değil, normal olmasını isterdim. Ama seçme şansım olsaydı, ve babamı seçebilecek olsaydım, senin olmanı isterdim.

Klişe bir konu nasıl bu kadar dokunaklı gelir?

Çok güçlü olmayan bir takımın zor bir turnuva sürecini konu alan yüzlerce spor film var. Bu yüzden de yüzlerce de klişesi var bu filmlerin. Şampiyonlar’ın konusu da bundan çok farksız sayılmaz ama asıl anlattığı “her insanın eşit olması” temelinde şekillenmesi ve birbirinden unutulmaz oyunculuk performansları sayesinde spor konusunda unutulmayacak filmler listesine giriyor. Klişe demişken özellikle filmin ikinci yarısında film klişelere girdikçe biz daha çok mutlu olduk ve diğer bütün klişelere de girmesini canı gönülden istedik!

Ajitasyonun mizaha dönüşmesi

Filmin merkezinde zihinsel engeli olan bireylerin yer alması filmi kesinlikle ajite edici türe dönüştürmüyor. Aksine karakterlerin bu doğal günlük hayatlarına acımamız istenmiyor bile. Bu yüzden de filmin ajite kısmı yer yer kahkaha atmamıza neden olan mizaha dönüşüyor. Bu dengeyi yapmak oldukça zordur ve üstesinden çok iyi gelinmiş.

Çok anlamlı bir son

Spor filmleri klişesi dedik. Ya o güçsüz takım o zor turnuvayı kazanıyor ya da finalde kaybedip gönüllerin şampiyonu oluyor. %99’u bu iki sonla bitiyor spor filmlerinin. Şampiyonların sonu da bu iki seçenekten birisiyle bitmesine rağmen gene unutulmayacak mesajlar veriyor. Sporun özellikle son zamanlarda unutulan kolektif çalışma & dostluk kavramlarını tekrardan hatırlatıyor.

Başka ellerde kamu spotu tadına dönüşecek bu film gerçekten çok ince ince işlenmiş yönetmen abimizin sayesinde. Dinmek bilmeyen temposuyla, alt metinleriyle, karakteriyle, diyaloglarıyla bu sert ve acımasız gündemimizde adeta insan olduğumuzu ve unutmaya yüz tutmuş duygularımızı canlandırıyor. Kusurları yok muydu filmin elbet de vardı ama duyguları geçirmekte kusursuza yakındı hatta bizce kusursuzdu.

Türkiye’de bir ilk!

İstanbul Zihinsel Engelliler İçin Eğitim ve Dayanışma Vakfı (İZEV) Vakfı ve Mars Group işbirliğiyle gösterime giren film, Türkiye’de ilk kez bir ‘down sendromlu’ sanatçı tarafından seslendirilmesiyle de dikkat çekiyor ve filmin Türkiye’de yapmış olduğu gişenin tamamı da bu vakfa bağış olarak gidiyor. (Ki biz bunu da filmden sonra öğrendik böyle olduğunu bilseydik kesinlikle dublajlı halini izlerdik)

E hala ne duruyorsunuz en yakın nerede varsa gidin izleyin, ya da herkesten gizli internetten korsan olarak izleyin…

Başta Reklam Süreleri Olmak Üzere Sinemalarda Uygulanacak Yeni Yasalar

$
0
0

Sinema filmlerinin değerlendirilmesi ve sınıflandırılması ile desteklenmesi hakkındaki kanunda değişiklik yapılmasına dair kanun TBMM’de kabul edildi. Peki bu kanunla birlikte sinema alanında ne gibi değişiklikler olacak? Sinemada gösterilen reklamların sürelerinden onay alamayan filmlere kadar yepyeni bir kanun kabul edildi. Dizi filmleri de kapsayan kanunun içeriğini ve tüm soruların cevabını sizlerle paylaşıyoruz…

Sinema sektörünün uluslararası alanda rekabet gücünün artırılmasını amaçlayan teklif, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı

Artık sinema filmleri kadar dizi film ve belgeseller de tanıtım desteği alacak


Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, “dizi film” tanımı yapılmasını öngörüyor. Böylece daha önce sinema filmlerinin aldığı desteği dizi filmler ve belgeseller gibi farklı yapımlar da alabilecek.

Yerli ve yabancı filmleri denetlemek için 8 kişilik bir komisyon kurulacak


Kanundaki en dikkat çekici maddelerinden olan bu komisyon, denetleme sonucunda uygun bulunmadığı yapımları ticari gösterime sokmayacak… Sınıflandırması yapılmamış olan sinema filmleri ise sadece festival, özel gösterim ve benzeri kültürel ve sanatsal etkinliklerde ancak “18” yaş işaretiyle gösterilebilecek…

Sinemada filmlerden önce gösterilen reklamlarla ilgili de yenileme yapıldı, en fazla 10 dakika reklam!


Salon işletmecilerin reklam süresini savunduğu ancak izleyicilerin uzun zamandır rahatsız olduklarını bildirdiği reklam süreleri bir süredir gündemdeydi. Yapılan düzenlemeyle birlikte reklamların süresi en fazla 10 dakika olarak belirlendi. Fragman gösterim süreleri en az 3 dakika, en fazla ise 5 dakika olacak. Bu süreye kamu spotları dahil edilmedi.

Artık bilet satışlarını yiyecek-içecek promosyonlarıyla birleştirmek yasak!


Sinemada satılan indirimli biletler yapımcılar ve salon işletmeleri arasındaki anlaşmalarla belirlenecek ve buna uygun davranılmadığı takdirde cezai yaptırım uygulanacak.

Kanuna göre proje geliştirme, kısa film, belgesel film, dağıtım ve tanıtım alanlarında “destekleme kurulları” oluşturulacak


İlk uzun metrajlı kurmaca film yapım, senaryo ve diyalog yazım, animasyon film yapım, yerli film gösterim destek türlerinde yapılan başvuruları değerlendirmek ve desteklenecek olanları belirlemek üzere “destekleme kurulları” oluşturulacak. Destekleme kurulları, ilgili kişiler tarafından belirlenecek dört sektör temsilcisi ile yapımcı, yönetmen, senaryo ve diyalog yazarı, oyuncu, sinema salonu işletmecileri, film dağıtımcıları, yayıncı kurum veya kuruluş temsilcileri ve üniversitelerin sinema alanında eğitim veren bölümlerinde görev yapan öğretim üyeleri arasından, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından belirlenecek üç üye ve bir bakanlık temsilcisi olmak üzere 8 üyeden oluşacak. Bakanlık temsilcisi, bu kurulun başkanı olacak. Dizi film ile yabancı film yapım destek türlerinde yapılan başvuruları değerlendirmek ve desteklenecek olanları belirlemek üzere de “Dizi ve Yabancı Filmleri Destekleme Komisyonu” da oluşturulacak.

Yerli filmler, animasyon, kısa film, senaryo yazımı türleri için toplam bütçenin tamamı desteklenebilecekken; yabancı film yapım desteği %30’u, belgesel, proje geliştirme vs toplam bütçenin yüzde 50’sini aşamayacak


Destek tutarı; proje geliştirme, uzun metrajlı sinema film yapım, ortak yapım, belgesel film yapım, çekim sonrası ile dağıtım ve tanıtım destek türleri için başvuruda belirtilen toplam bütçenin yüzde 50’sini aşamayacak. Animasyon film yapım, kısa film yapım, senaryo ve diyalog yazımı ile yerli film gösterim destek türleri için başvurudaki toplam bütçenin tamamı desteklenebilecek. Yabancı film yapım destek türü için destek tutarı, ülke içinde harcanan, Kültür ve Turizm Bakanlığınca kabul edilen tutarın %30’unu aşamayacak.

En önemli madde ise; kanun kapsamındaki bütün desteklerin geri ödemesiz olarak verileceği


Fakat herhangi bir haksızlık ve usulsüzlüğün yaşanmaması adına, yönetmelik ve destek sözleşmesinde belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya desteğin haksız alındığının tespiti halinde destek tutarı faiziyle geri alınacak.

Sinema donanım desteği verecek olan bakanlık, ihtiyaç sahibi sinema sanatçıları veya sinema sektöründe çalışan emekçilerimize maddi destek sağlayabilecek


Kültür ve Turizm Bakanlığı, sinema alanındaki etkinlik, proje ve faaliyetleri destekleyip düzenleyebilecek, ödüller verebilecek. Uluslararası festivallere ve yarışmalara katılım ile tanıtım faaliyetlerini destekleyebilecek.

Yurt Dışındaki Başarısıyla Dikkat Çeken 8 Sibel Kekilli Filmi

$
0
0

Sibel Kekilli, yurt dışındaki başarılı işlere Türk imzası atarak adını duyurmuş bir oyuncudur. Asıl ününün Fatih Akın’ın Duvara Karşı filminde oynadığı Sibel karakteriyle parladığını da söyleyebiliriz. Sibel Kekilli filmleri saymakla bitmiyor. Filmografisini incelediğimiz Sibel Kekilli’nin oynamış olduğu yapımların listesini sizler için derledik, buyurunuz!

Sibel Kekilli, 16 Haziran 1980 yılında Almanya Heilbronn’da dünyaya geldi

Yabancı filmlerde bolca rol almış olan Kekilli, ülkemizi sinema anlamında çok kez temsil etmiştir

1. Duvara Karşı (2004) IMDb: 7,9


Bol ödüllü bir Fatih Akın filmi olan Duvara Karşı, Kekilli’nin Uluslararası arenada tanınmasını sağladı. Başarılı filmin yapımcılığını; Fatih Akın, Andreas Schreitmüller, Stefhan Schubert gibi isimler üstlendi. Başrollerini ise; Sibel Kekilli, Birol Üner, Catrin Striebeck gibi isimler paylaştı. Konusu ve oyuncu kadrosuyla hayli dikkat çeken filmin müzikleri de bu başarısında önemli bir rol üstlendi. Klaus Maecek ve Sultana’nın müziklerini yapmış olduğu film, 54. Berlin Film Festivali , Olso Film Festivali, Goya Ödülleri de dahil prestijli uluslararası film festivallerinden “En İyi Film” ödülünün sahibi oldu. Sibel Kekilli de bu film sayesinde Deutscher Filmpreis’te “En İyi Kadın Oyuncu” seçildi.
Kısaca filmin konusuna değinecek olursak; yaşadığı zorluklar ve hayal kırıklıkları sonucundan kendini bir türlü toparlayamayan Cahit ve baskıcı ailesinin tutucu tavırlarından bunalıp intihara teşebbüs eden Sibel’in hikayesi ele alınıyor.

2. Kış Seyahati (2006) IMDb: 7,0


Sibel Kekili’nin başrol oynadığı Kış Seyahati, Uluslararası Münih Film Festivali’nin açılış filmidir.
Filmin çekimleri; üç hafta Kenya’da ve Nairobi’de diğer bölümleri ise Almanya’nın güneydoğusundaki Bavyera’nın Wasserburg kasbasında gerçekleştirildi. Kekilli bu filmde, Bavyeralı bir iş adamına İngilizce tercümanlık yapan sessiz ve çekingen bir Kürt kızını canlandırıyor. Dram kategorisine giren filmin senaryosunu Hans Stienbichler ve Martin Rauhaus yazdı. Hans Stienbichler’in yönettiği filmin yapımcılığını ise; Robert Marciniak ve Tom Blieninger üstleniyor.

3. Son Tren (2006) IMDb: 6,6


Joseph Vilsmaier ve Dana Vavrova’nın yönettiği filmin senaryosunu Stephen Glantz yazdı. 2006 Almanya ve Çek Cumhuriyeti ortak yapımı olan filmin oyuncu kadrosunda ise; Gedeon Budhard, Lale Yavaş, Lena Beyerling, Roman Roth, Sibek Kekilli gibi isimler yer alıyor. Son Tren; 2. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Berlin’de yaşayan Yahudilerin toplama kampı Auschwitz’e sürüldükleri dönemleri anlatıyor. Vagonlarla yapılan zorlu yolculuk sırasında insanların yaşadığı işkenceleri ve ölümleri anlatan film; bu hikayeyi aynı kaderi paylaşan bir avuç insanın gözünden anlatıyor. Oyunculuk performansları açısından büyük beğeni toplayan film, başarılı bir geri dönüş almıştır.

4. Eve Dönüş (2006) IMDb: 6,8


Yapımcılığını Hayri Aslan’ın üstlendiği Eve Dönüş, Ömer Uğur’un yazıp yönettiği dram türündeki filmidir. Oyuncu kadrosu hayli geniş olan filmde; Mehmet Ali Alabora, Sibel Kekilli, Erdal Tosun, Perihan Savaş, Cengiz Küçükayvaz, Cihan Canova, Sermiyyan Midyat, Savaş Dinçel, Altan Erkekli gibi isimler yer alıyor. Film, 12 Eylül askeri darbesinin kötü etkilerini “Mustafa” karakteri üzerinden seyirciye sunuyor. İstanbul’un kenar mahallerinden birinde karısı ve küçük kızıyla sıradan bir hayat yaşayan Mustafa’nın darbeyle değişen hayatının hikayesi… Filmin işkence sahneleri sinemaseverler arasında o dönem büyük bir etki yaratmıştı.

5. Fay Grim (2006) IMDb: 6,3


Almanya ve ABD ortak yapımı olan filmde Sibel Kekilli İstanbul’da bir otelde çalışan genç bir kadını oynuyor. Yönetmenliğini ve senaristliğini Hal Hartley’in yaptığı filmde başrolleri; Parker Posey, Tomes Jay Ryan, Jeff Goldblum, Liam Aiken, Saffron Borrows, Ercan Özçelik gibi isimler paylaşıyor. Çekimleri New York, Paris ve İstanbul’da gerçekleştirilen filmin yapımcılığını Özlem Yurtsever ve Ted Hope üstlendi. Film; hükümetlerin sırlarını açıklayan bir kitap yazan kocasının aniden ortadan kaybolmasıyla oğullarının sorumluluğunu tek başına Üstlenen Fray’in hikayesini ele alıyor.

6. Pihalla (2009) IMDb: 4,8


Romantik komedi türündeki bu filmin yönetmen koltuğunda Tony Laine oturuyor. Finlandiya’nın ünlü oyuncularından biri olan Mikko Lepipilami ile başrolleri paylaşan Kekilli, filmde zengin bir iş adamının eşiyken bir park bekçisine ait olan Laura karakterine can verdi.

7. Ayrılık (2010) IMDb: 7,5


Senaristliğini ve yönetmenliğini Feo Aladağ’ın yaptığı Alman-Türk yapımı olan filmin oyuncu kadrosunda; Sibel Kekilli, Ufuk Bayraktar, Derya Alabora, Settar Tanrıöğen, Tamer Yiğit, Nursel Köse gibi isimler yer alıyor. Kabusa dönmüş olan bir evlilik yaşayan Umay’ın yanına oğlunu da alarak İstanbul’dan Berlin’e dönüşünü anlatan film, burada yaşadıklarına ve kadın psikolojisine değiniyor.

8. Dizi Bonusu: Game Of Thrones IMDb: 9,5


Bu detaydan bahsetmezsek olmaz 🙂
Amerikan yazar George R.R Martin’in epik fantezi roman serisinin televizyon uyarlaması, David Benioff D.B. Weiss tarafından yapılan dizi HBO kanalında yayınlanmaktadır. Tüm dünyanın kenetlenip heyecanla son sezonuna odaklandığı dizinin kadrosunda bir zamanda Sibel Kekilli de bulunuyordu. Sibel Kekilli dizide; dokuz köklü aileden biri olan Lannister ailesinin dışlanmış karkteri Tyrion Lannister’in sevgilisi Shae karakterini canlandırdı.


Vaktinizin Güzel Geçmesini Sağlayacak 10 Sihirbazlık Filmi

$
0
0

Sihirbazlık… Abrakdabra.. Hokus Pokus…. Konusu ne kadar spesifik ve doğaüstü de olsa televizyonda denk geldiğimiz zaman izleyebileceğimiz bir tür bu sihirbazlık konusu. Kah Sihirli Annem’de Selena’da gördük kah Harry Potter’da gördük (orada adı büyücülük de olsa sinema sektöründe sihirbazlığa da giriyor) Biz de dedik ki böyle 10 tane birbirinden güzel, eğlencelik, hoşça vakit geçirmenizi sağlayacak sihirbazlık filmlerini derleyelim. Buyurun efendim.

1- Prestij IMDBb Puanı: 8.5

Konusu: Prestij, birbirini alt etmeye çalışan iki sihirbazın hikayesini anlatıyor. 19.yy sonlarında Londra’da Robert Angier, sevgili eşi Julia McCullough ve Alfred Borden hem arkadaştırlar hem de bir sihirbazın asistanlarıdırlar. Bir gösteri esnasında Julia ölünce Robert, onun ölümünden Alfred’i suçlar ve birbirlerine düşman olurlar. Zaman içinde ikisi de hem ünlü olurlar hem de rakip sihirbazlara dönüşerek birbirlerinin sahne üstünde performansını sabote etmeye kalkışırlar. Alfred başarılı bir hile yapınca Robert, rakibinin sırrını çözmek konusunu takıntı halinde getirir ve trajik olaylar birbirini kovalar.

2- Yürüyen Şato IMDb Puanı: 8.2

Konusu:Yürüyen Şato, kendisine yapılan büyünün etkisini yok etmeye çalışan genç bir kızın hikayesini anlatıyor. Sıradan bir genç kız olan Sophie şeytani bir cadı tarafından büyüyle doksan yaşında bir kadına dönüşür. Sophie artık fazlasıyla yaşlanmış ve çevresi tarafından tanınmaz bir görünüme bürünmüştür. Bu yüzden büyük bir umutsuzluğa kapılan ve yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalan Sophie, Howl isimli yürüyen bir şatoda yaşayan bir büyücünün yanına yerleşir. Bu şatoda yaşayan cinlerden biri de Sophie ile aynı kaderi paylaşmaktadır. Aynı amaç etrafında buluşan ikili kendilerine yapılan kara büyünün etkisini yok etmeye çalışacaklardır. Bu sırada şatonun dışında patlak veren savaş ülkenin birlik ve beraberliğini tehdit etmektedir. İkili artık hem kendileri için hem de ülkeleri için canları pahasına savaşmak zorunda kalacaktır.
Animasyon dehası Hayao Miyazaki imzalı olan film animasyon türünün en yaratıcı yapıtlarından biri.

3- Harry Potter ve Ölüm Yadigarları Bölüm 2 IMDb Puanı: 8.1

Aslında bütün bir Harry Potter serisi bu listeye dahil edilebilirdi ama biz hem serinin en son filmini hem de ımdb’si en yüksek olanı almaya tercih ettik.
Konusu: Harry Potter Ve Ölüm Yadigarları: Bölüm 2’de, Lord Voldemort’un ruhunun parçalarının bir kısmını bulup yok eden Harry, Ron ve Hermione, Dumbledore’un verdiği görevi tamamlamak için arayışlarını sürdürürlerken Ölüm Yiyenler’le bir ölüm kalım savaşına çıkacaklardır. Voldemort artık iyice güçlenmiş olsa da, hem Lord’dan kaçmak hem de Ölüm Yiyenler’i etkisiz hale getirip Hortkuluklar’ı da yok etmek zorunda kalacak ekip, Ölüm Yadigârları’nın sırrına erişmek için ellerinden geleni yapacaklardır.

Serinin en görkemli savaşı başlamaktadır, artık hiçbir şey ve hiçbir yer güvenli değildir. Sona yaklaşılmıştır. İki tarafın da tüm güçlerini ortaya serecekleri bu savaşta Harry Potter da geçmişiyle ilgili pek çok şeyi öğreneceği kadar, en büyük fedakarlığı da yapmak zorundadır.

4- Oz Büyücüsü IMDb Puanı: 8

Konusu: Oz Büyücüsü, Dorothy Gale’in maceralarını konu ediyor. Kansas’ta kendi halinde bir çiftlikte hayatını sürdüren Dorothy Gale, yaşadığı hayattan mutludur. Bir gün koskoca bir evi beraberinde sürükleyecek bir hortum çiftliği vurur. Dorothy ve Toto, uyandıklarında kendilerini oldukça tuhaf, peri masalından çıkma bir köyün içerisinde bulurlar. Bu esnada ölen lanetli doğu cadısının intikamını almak isteyen lanetli batı cadısı Dorothy’nin peşine düşer. İyi cadı Glinda ise Dorothy’yi korur ve ona Oz Büyücüsü’nden yardım almasını tavsiye eder. Dorothy, beklenmedik bir yolculuğa çıkmak durumundadır. Sinema tarihinin en önemli fantastik yapıtlarından biri olarak kabul edilen The Wizard of Oz’un yönetmen koltuğunda ünlü yönetmen Victor Fleming oturuyor.

5- Sihirbaz IMDb Puanı: 7.6

Konusu: Film farklı dünyalardan gelen insanların arasında doğan bir aşkın, kolaylıkla onaylanmaması ile başlıyor. Sophia aristokrat bir ailenin kızı olarak, marangoz bir ailenin oğlu olan Eisenheim’a aşık olur. Üstelik aşkı karşılıklıdır. Bu ikili, birbirlerine hissettiklerinden ötürü tepki alırlar. Öyle ki aşkına yasak bile getirilen Eisenheim, ülkeyi terk eder. Dünyayı dolaşacaktır. Aradan on beş yıl geçtikten sonra ülkesine bir illüzyonist olarak geri döner. Bu sırada Sophia, nişanlanmak üzeredir. Onca zaman sonra yeniden karşı karşıya gelen aşıkların hisleri yeniden alevlenir. Bu durumu hisseden Sophia’nın nişanlısı Prens Leopold ile Eisenheim hesapta olmayan bir mücadeleye girmek zorunda kalacaklardır.

6- Hokkabaz IMDb Puanı: 7.5

“Her Şey Çok Güzel Olacak” filminin baş mimarı Cem Yılmaz’ın başka bir eseri 🙂
Konusu: Cem Yılmaz’ın ticari komedi filmi yerine daha çok Avrupa sineması örneklerine benzeyen sevimli dramatik bir deneme ile beyazperde’ye çıktığı bu filmde, çocukluğundan beri sihirli şeylere ilgili duymuş olan İskender, dikiş tutturamamış genç bir adamdır. Israrla kendisinin bir sihirbaz olduğunu iddia etse de, yakın arkadaşı ve yoldaşı Maradona haricinde hiç kimse bunu kabul etmez ve küçümseyerek onun bir hokkabaz olduğunu iddia ederler. İskender’in babası Sait de, evladından utanmaktadır. Oğlunu hiç bir zaman takdir etmez, çünkü o da oğlunun yaptığı işten gurur duymamaktadır. Mecburi nedenlerden ötürü, İstanbul’dan kaçarcasına turneye çıkmak zorunda kalan ikili, yanlarına Sait’i de almak zorunda kalırlar. Baba ve oğul, bu turne sayesinde biraz olsun yakınlaşsa da, yaşanacak birbirinden ilginç olaylar, her şeyin farklı bir seyirde gitmesine neden olacaktır. Cem Yılmaz’ın Ali Taner Baltacı ile birlikte yönetmenlik koltuğunu paylaştığı Hokkabaz, 2006’nın keyifli yerli yapımlarından biri olarak dikkat çekiyor.

7- Sihirbazlar Çetesi IMDb Puanı: 7.3

Konusu: ‘Now You See Me’, Atlas isimli son derece karizmatik ve etkileyici bir illüzyonistin liderliğini yaptığı, dünyanın en iyi sihirbazlarından oluşan ‘Four Horsemen’ ekibinin başından geçenleri konu alıyor. Ekip üstün sihir marifetlerini sadece sahne gösterileri için değil, soygun yaptıkları bankaların sistemlerine erişmek ve izleyicilerini soymak için kullanıyorlar. Bu adamlar izleyicileri önce başka bir kıtadaki bir bankayı soyarak, daha sonra beyaz yakalı bir suçlunun bankadaki milyon dolarlarını izleyicilerin banka hesaplarına aktararak şaşırtıyorlar. Bunun üzerine onları durdurmaya kararlı olan özel FBI ajanı Dylan bu çetenin peşine düşer …
‘The Transporter’, ‘The Incredible Hulk’ ve ‘Clash of the Titans’ gibi epik filmleriyle tanıdığımız Louis Leterrier tarafından yönetilen filmin oyuncu kadrosu Jesse Eisenberg, Mark Ruffalo, Michael Caine ve Morgan Freeman gibi önemli isimlerden oluşuyor.

8- Sihirbazın Çırağı IMDb Puanı: 6.1

Konusu: Balthazar Blake, Manhattan modern dünyasında usta bir sihirbazdır ve şehri Maxim Horvath’tan korumaya çalışmaktadır. Bunu yalnız yapamayacağı için Dave Stutler’ı yanına alır ki bu adam, ilk bakışta ortalama bir tiptir. Ancak kendisinin, isteksiz hamisi gibi gizli potansiyeli vardır. Dave, ona sihirbazlık sanatına dair her türlü eğitimi verir. Sonrasında bu iki benzemez ortak, Horvath ve karanlığın güçleri, ortalığı talan etmeden önce onları durdurmak zorundadırlar. Bu sırada Dave, hayalindeki kız olan Becky’nin kalbini kazanmanın da mücadelesini vermek durumundadır.

9- Altın Pusula IMDb Puanı: 6.1

Konusu: Başka bir alemde başka başka canlı tanımları ile şekillenen bir film. Örneğin Lyra’nın en yakın arkadaşı olarak kabul ettiği varlık Pantalaimon adında bir cindir. Bir gün okulda onunla beraber kendisini ilgilendirmemesi gereken bir konuyu duyar. Bunun üzerine bir başka arkadaşı kaçırılır ve olaylar birbirini kovalamaya başlar. İşte şimdi en büyük maceralar onları beklemektedir. Lyra, arkadaşının izinde kuzeye doğru yola çıkar ve yolda zırhlı ayılar, cadı kraliçeler gibi türlü yaratıklarla burun buruna gelir. Tüm korkularına rağmen arkadaşının yerini keşfetmek zorundadır artık. Film bir kitaptan uyarlanmıştır.

10- Dhoom 3 Imdb Puanı: 5.4

Konusu: Çocukluğundan bu yana babasıyla birlikte bir sirkte gösteriler yapan Sahir, sihirbaz ve illüzyonistlik alanında üstün bir tecrübe ve yeteneğe sahip bir gençtir. Ancak çalıştıkları sirk şimdilerde maddi anlamda zor günler geçirmektedir. Babası sirki kurtarabilmek için bankadan kredi çekmek zorunda kalır ve bu borcu ödeyemez. Alacaklıların baskısı talihsiz adamı intihar etmek durumunda bırakır, Sahir de çaresizce babasının intiharına tanık olur. Sahir’in artık hayatta tek bir amacı vardır: Babasının intikamını almak! Bunun için de sıradışı yöntemlerle kotaracağı ilginç bir soygun planı kurar. Sahir bu yolda sevdiği kadın Aaliya’nın yardımını alacak, kendisini durdurmak için görevlendirilen özel polislerden de kurtulmaya çalışacaktır.
Hint yapımı aksiyon ve gerilim filmi olan Dhoom 3, popüler Dhoom filmlerinin de son halkası. Yönetmenliğini Vijay Krishna Acharya’nın ve yapımcılığını Aditya Chopra’nın üstlendiği filmin kadrosunda Abhishek Bachchan, Uday Chopra, Aamir Khan ve Katrina Kaif gibi isimleri görmek mümkün.

Not: Filmlerin konuları beyazperde.com’dan alınmıştır.

700 Milyon Dolar Hasılat Yapan The Wandering Earth Hakkında Bilmeniz Gerekenler

$
0
0

Frant Gwo imzasını taşıyan Çin yapımı The Wandering Earth, 2019’un en çok hasılat yapan üçüncü filmi. Sessiz sedasız Netflix’teki yerini alan film, türün önemli yapıtlarından ilham alan, son derece iddialı bir bilim kurgu. Eğer hala The Wandering Earth’ün adını duymadıysanız ya da filmi görmediyseniz, sizi bu gişe rekortmeni hakkında bilgilendirelim istedik. İşte 29 farklı dil seçeneğiyle Netflix kürüphanesindeki yerini alan The Wandering Earth hakkında bilmeniz gerekenler…

1. The Wandering Earth, bu yılın en çok hasılat elde eden üçüncü filmi olmayı başardı


Frant Gwo’nun üçüncü uzun metrajı The Wandering Earth, an itibariyle 2019’un en çok hasılat yapan üçüncü filmi. İlk ikisi, tahmin edebileceğiniz üzere Marvel’ın Avergers: Endgame’i ve Disney’in Captain Marvel’ı. Film, dünya çapında 700 milyon dolarlık hasılatla, Çin’in şimdiye kadar en çok hasılat yapan ikinci filmi olma özelliğini taşıyor. Birincisi merak edenler, gerilim/macera türündeki Wolf Warrior 2’ye göz atabilir…

2. The Wandering Earth’ün konusu


Peki The Wandering Earth’ün konusu ne? Çok da sürprizli ve yeni bir hikaye değil aslında: Bilim kurgu türündeki film, Güneş’in Dünya’yı yok etmesini engellemeye çalışan insanlığı merkeze alıyor. Netflix’in sitesinde filmin konusu şöyle özetlenmiş: Jüpiter ile gerçekleşmek üzere olan çarpışma, Dünya’yı tehdit ederken, insanlar yeni bir yıldız arayışında. Gezegenin kaderi ise birkaç kahramanın elindedir… Filmin başrollerinde, Qu Chuxiao, Li Guangjie, Ng Man-tat, Zhao Jinmai ve Wu Jing var.

3. Kırdığı hasılat rekorlarına rağmen The Wandering Earth’ün tanıtımı zayıf kaldı


Film, gişedeki elde edilmesi güç başarısına rağmen Netflix’e sessiz sedasız geldi. Netflix Asya, 29 Nisan’da gişe rekortmeninin fragmanını yayınladı, bir gün sonra ise film izleyici ile buluştu. Ayrıca ne nisan ne de mayıs ayına ait basın bildirilerinde kendine yer buldu The Wandering Earth… Uzun lafın kısası, filmin tanıtım ayağı biraz zayıf kaldı.

4. The Wandering Earth, pek çok mecrada ‘Çin’in Interstellar’a cevabı’ olarak anılıyor


Hugo Ödülü sahibi Liu Cixin’in aynı adlı kısa öyküsünden uyarlanan The Wandering Earth, son dönemlerin en etkileyici bilim kurgularından Gravity, Danny Boyle’un Sunshine, her şeyiyle bir Hollywood filmi olan Armageddon ve Kubrick imzalı kült 2001: A Space Odyssey’den ilham alıyor. Kimi mecralarda “Çin’in Interstellar’a cevabı” olarak da anılan film, 10 bin özel efekt sahnesi ve 2 bin özel efektli çekimiyle görsel açıdan da gayet iddialı. Filmin Roc Chen imzalı müziklerine kulak kabarttığınızda ise, Hans Zimmer’in benzer türdeki yapımlar için yaptığı, duygularımızla oynamayı gayet iyi beceren besteleri andırdığını fark edebilirsiniz.

5. Yönetmen koltuğu için Hollywood’un ünlü isimlerine teklif götürülmüştü


Çin film endüstrisi, The Wandering Earth’ü yönetmesi için daha önce benzer yapımlara imza atmış ünlü yönetmenlere teklifte bulundu. Bunlar arasında James Cameron, Luc Besson ve Alfonso Cuaron gibi isimler de yer alıyor. Bu isimler teklifi reddedince proje, hikayeye karşı son derece tutkulu yaklaşan Frant Gwo’da kalmış. Gwo, her ne kadar daha önce sadece iki film yönetmiş olsa da, ekibini toplamış, altı ay boyunca gece gündüz çalışıp 1 milyon kelimelik hayli uzun bir taslak yazarak yapımcıları kendisine hayran bırakmış.

97 Yaşında Hayata Gözlerini Yuman Hollywood Yıldızı Doris Day

$
0
0

Hayatına pek çok başarı sığdıran ve tüm hayatını hayvanları korumaya adayan ünlü Hollywood yıldızı Doris Day 97 yaşında zatürreye yakalanarak hayatını kaybetti. Geride sayısız fotoğrafı, filmi, sesi ve masum canlar için yaptıkları kaldı. Gelin Doris Day’in hayatına birlikte göz atalım…

3 Nisan 1922’de Ohio Cinnati’de doğan Doris Mary Ann Kappelhoff, annesiyle babası boşandığı için annesiyle büyüdü. Küçükken en sevdiği şey dans etmekti

Henüz 14 yaşındayken arkadaşıyla katıldığı dans yarışmasını kazanarak 500 dolarlık ödülün sahibi oldu. Dansçı olmaya hayaliyle Hollywood’a taşınmaya hazırlanırken 1938’de bir kaza geçirdi

Kaza sonucu dansçı olma hayallerine veda edince şarkı söylemeye başladı ve 1939’da Les Brown adlı grupta şarkıcılık yapmaya başladı

1941’de grupta tanıştığı tromboncu Albert Paul Jorden’la evlendi. Ancak ilk çocuğunu kucağına aldıktan 1 yıl sonra şiddete başvurmaya başlayan Jorden’dan 1943’te boşandı

Boşanmanın ardından gruptan ayrıldı ve kariyerine Doris Day adıyla solo devam etmeye karar verdi. 1967 yılına kadar şarkıcılığa devam etti

Oyunculuk kariye 1948’de başladı. Birçok komedi filminde Rock Hudson’un ve Cary Grant’in partneri olarak rol aldı. Asıl çıkışını 1956 yılında Alfred Hitchcock‘un “The Man Who Knew Too Much” filminde yakaladı

Filmde “Que Sera Sera” adlı şarkıyı mükemmel bir şekilde seslendirdi. Ardından tüm dünyada seyircinin hafızasında yer edindi

1965’te “Do Not Disturb” ve 1966 yılında “The Glass Bottom Boat filminde Rod Taylor ile başrolü paylaştı. Eşinin ölmeden önce ondan habersiz yaptığı anlaşmalar yüzünden “The Doris Day Show” programını yapmak zorunda kaldı

1976’da dördüncü kez evlendi ve son evliliğini de 1982’de sonlandırdı. Bu tarihten sonra kendini hayvanlara ve hayvan haklarına adadı. 2004 yılında ABD başkanı George W. Bush tarafından Özgürlük Madalyası aldı

Genç bir kadınken gezmeye çıkardığı köpeğine araba çarptı ve küçük köpek hayatını kaybetti. Köpeği Tiny’nin zamansız ölümü konusundaki suçluluk ve yalnızlık hissetti

1971’de Actors and Others for Animals adlı derneği kurdu. Kürk giymeyi kınayan gazete reklamlarında yer aldı. 1978’de Doris Day Animal Foundation’ı kurdu

Hiç Oscar kazanamadı. 1960’da Hudson ile romantik komedilerinden ilki olan Pillow Talk ile yalnızca bir kez aday gösterildi. Biri onur ödülü olmak üzere 4 Golden Globe ödülü aldı

Hayatını hayvan haklarına adayan ve son dönemlerinde de oldukça sağlıklı olan Dorsi Day geçirdiği zatürre sonucu ağırlaştı ve 13 Mayıs 2019’da 97 yaşında hayata gözlerini yumdu…

Kaynak: 1

Çoklu Evrenleri Yakından Keşfetmenizi Sağlayacak 7 Paralel Evren Filmi

$
0
0

Çoklu evrenleri ve bunlar hakkındaki teorileri yalnızca fizikçiler, evren bilimciler ve matematikçiler gibi bilim insanları merak etmiyor. Çoğumuzun düşünmekten, konuşmaktan, araştırmaktan keyif aldığı paralel evren ve diğer çoklu evrenlerle alakalı bilgiler ilginçliğini ve sırrını korumaya devam ediyor. Gizemini koruyan “paralel evren”, çok sayıda filmin konusu olarak karşımıza çıkıyor. Çoğumuzun ilgisinin olduğu bu konularla alakalı değerli sayısız yapım mevcut. IMDb’ye göre ufkunuzu genişletecek en iyi paralel evren filmlerini sizler için derledik, keyifli okumalar.

1. Synchronicity (2015) IMDb: 5,5


Jacob Gentry yönetmenliğinde çekilen film, bir grup bilim insanının zaman yolculuğu üzerine yaptığı çalışmaları konu ediyor. Tamamlanan zaman makinesinin testi için bu gruptan biri kendini feda eder. Fakat yakın geçmişe giden ve burada kendini gören bilim insanı, aslında paralel evrendeki dünyamızın bir versiyonun içindedir…

2. The One (2001) IMDb: 5,9


Jet Li ile Jason Statham’ın yer aldığı 2001 yapımı filmin yönetmen koltuğunda James Wrong oturuyor. Filmde, Gabriel adlı karakterin paralel evrenler arasında yaptığı yolculuklarda kendi benliğini bulup, onların gücünü ele geçirmesi anlatılıyor. 123 adet farklı paralel evrendeki dünyada yaşayan benliklerinin gücüne sahip olmak isteyen Gabriel’in önünde son olarak ABD’de şeriflik yapan bir benliği kalır. Bu benliğiyle başa çıkmak sandığı kadar kolay olmayacaktır…

3. Coherence (2013) IMDb:7,2


James Ward Byrkit yönetmenliğinde çekilmiş olan film, paralel evren kategorisinde ilk sıralarda yer alıyor. Filmde, akşam yemeği için toplanmış olan bir grup arkadaşın normal yaşantısı ve aynı gece bir kuyruklu yıldızın dünyaya çok yakından geçecek olması birbirleriyle ilişkilendirilir. Bu kuyruklu yıldızın dünyaya çok yakından geçişi, bazı paralel evrenlerin birbirlerine karışmasına sebep olur. Her şeyin bir süre normal gittiği gecede bir anda elektrikler kesilir ve yalnızca bir evde ışık yanmaktadır. o eve doğru gittiklerinde ise; aslında kendilerinin yanına gittiklerini anlarlar… Zaman kavramı olarak biraz daha geriden giden o evdeki akış, karmakarışık bir paralel evreni gözler önüne sunuyor…

4. Source Code (2011) IMDb: 7,5


Amerikan-Fransız yapımı olan filmin yönetmen koltuğunda Duncan Jones oturuyor. Başrollerinde; Jake Gyllenhaal, Michelle Monaghan, Vera Farmiga, Jeffrey Wright gibi oyuncuların bulunduğu film konusu itibariyle dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştır. Filmde; Source Code adı verilen bir program sayesinde kişi, bedenine girdiği insanın yaşamındaki son 8 dakikasını onun bedeninde yaşayabilmektedir. Tüm bunlardan habersiz bir trende uyanan baş kahraman nerede ve neden orada olduğunu anlamaya çalışırken, başka bir isimle insanların kendisine seslendiğini duyar ve işler daha da garipleşir. Bu 8 dakikanın ardından trenin patlamasıyla kendi bedeninde uyanır. Daha sonra bu sekiz dakikayı tekrar tekrar kullanarak asıl suçluyu yakalamaya çalışır. Quantum mekaniğine belirgin bir şekilde değinen filmde, kahramanın insanların bedenine girerek hayatlarını kurtarması ve geçmişi değiştirme şansı vermiştir.

5. Mr. Nobody (2009) IMDb: 7,8


Jaco Van Dormael’i uzun bir aradan sonra yönetmen koltuğunda otururken gördüğümüz filmde, Jared Leto, Linh Dan Pham, Daniel Mays Diane Kruger, Rhys Ifans, Sarah Polley, ve Natasha Little yer alıyor. Tıpkı Dormael gibi Jared Leto’yu da uzun bir aradan sonra bir yapımda görüyoruz. Filmin konusu ise; gözlerini 2092 yılında açan ve artık 120 yaşında olan bir adam, olan biten şeylere anlam vermekte zorlanır. En ilginç olanı da baş kahramanın yaşayan son ölümlü insan olmasıdır… 70’li yılların etkisinde başlayan filmde paralel evren ve sicim teorisine, insanın karar verme anının önemine değinilmiştir.

6. Donnie Darko (2001) IMDb: 8,1


Baş rollerini; Jake Gyllenhaal, Jena Malone ve Drew Barrymore’in paylaştığı başarılı bir Richard Kelly yönetmenliğindeki bu yapım, zaman yolculuğunu ayrıntılı biçimde izleyiciye sunan bir bilim kurgu filmidir. Gerilim ve korkunun birleştiği filmde; 16 yaşındaki genç karanlıkta kendisini bekleyen tavşan kostümlü birini görmeye başlar. Tavşanın peşinden giden bu genç, şaşırtıcı ayrıntılarıyla dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştır. Filmin müziklerinin de oldukça beğenildiği bu yapım, izleyiciyi her anlamda kendine bağlamıştır.

7. Interstellar (2014) IMDb: 8,6


Christopher Nolan yönetmenliğinde çekilen filmin başrollerinde Matthew McConaughey, Anne Hathaway, Jessica Chastain ve Michael Caine yer alıyor. Farklı bakış açısıyla paralel evrenlerin dünyasına değinen film, dünyanın sonuna farklı bir gözle bakıyor. Toz fırtınalarının yaşandığı dünyada insanların yeni bir dünya arayışını konu alan film, yiyeceklerin tükendiği kirli hava yüzünden dünyanın sonunun geldiği bir zamanı işliyor. İnsanlık için farklı zaman diliminin yaşandığı uzaya gitmeyi kabul eden bir adamın, ailesini geride bırakması ve paralel evrenden kızının çocukluğuna ulaşmayı çalışması gösterilir…

Dizi Bonusu: Fringe (2008) IMDb: 8,4


FBI dünya çapında açıklanamayan olayları aydınlatmak için Boston, Massachusett merkezli Fringe adında bir ekip kurmuştur. Bu açıklanamayan esrarengiz olaylar örneğin, yeni doğan bir bebeğin inanılmaz derecede hızlı büyüyerek (5 dakika gibi bir süre) yaşlanarak ölmesi… FBI’da özel ajan olarak görev alan Olivia Dunham, metafizik üzerine araştırmalarda bulunan bilim adamı Walter Bishop ve bilim adamının oğlu Peter Bishop’ın esrarengiz olayları araştırması konu edilen dizinin yapımcıları diziyi The X-Files’dan ilham alarak tasarladıklarını ancak çok farklı bir tarza döndüğünü belirtmiştir. Fringe dizisinde esrarengiz olaylar, hastalıklar, paralel evren gibi bir çok konu işlenmektedir ve ilk yayınlandığı tarihten itibaren hayli dikkat çekip beğenilmiştir.

14 Maddede “Her Zerresi İçin Ayrıca Emek Sarf Edilmiş” Sofia Boutella

$
0
0

Başka türlü bir güzellik… Keskin ve kemikli yüz hatlarına tezat oluşturacak biçimde gamzeli çenesinin üstünde duran dolgun, biçimli dudaklar; ince ve düzgün kavisleri olan bir burun, derin bakan yumuşak gözler ve genel eğilimin aksine kalın kaşlar… İlk bakışta göze çarpan bariz bir güzelliğe sahip olmadığını söyleyenlerimiz olabilir elbette fakat yine de hem zarif, hem asabi, hem asil hem yabani, hem çocuksu hem gizemli o egzotik yüzüne baktıkça bakmaktan kendimizi alamayabiliriz de…

Adına “kadın” denilen varlık, binlerce yıldır güzelliğin, estetiğin ve tabiidir ki cinselliğin yegane objesi konumunda… Zannımca sorun, kadını güzelliğin, estetiğin ve cinselliğin objesi olarak görmekte değil; sorun, kadını “yalnızca” bunlardan ibaret sanmakta… Kadın, her daim güzelliğin, estetiğin ve cinselliğin objesi olacaktır. Binlerce yıldır erkekler tarafından fiziksel anlamda bir “meta” haline getirilen kadının, (esasen asla sahip olunamayan ve kıskanılan güzelliğinin, bunun estetik olarak anlamının, bizzat kadınların kendi gözünden bakıldığında da obje olarak görülmesinde illa ki bir sakınca bulunmaya çalışılmasından ziyade) sanatsal bir algı yaratan varoluş biçiminin, sofistike ve hatta “meta”-“fizik” ötesi bir konuma sahip olduğunu artık kavramamız lazım hepimizin.

Bu durumu en güzel Sofia Boutella vesilesiyle anlayabiliriz diye düşünüyorum. Sadece bedeniyle değil, ruhuyla, kalbiyle, beyniyle dans eden Sofia’yı izlerken tüylerimizi diken diken eden, içimizden elektrik akımları geçmesine neden olan şey, onun sahip olduğu ve seyircisine yansıttığı harikulade saf enerji… Kendindeki bu enerji potansiyelini tutku ve emekle, estetik ve artistik bir şeye dönüştürmüş olması… Olağanüstü kıvraklığı ve esnekliği, “bunu yapan insan olamaz” dedirtiyor ve fakat bu da yetmiyor icra ettiği figürlerin görsel efekt olduğu izlenimiyle sanki fantastik birini izlediğimizi sanmamıza neden oluyor. İzledikçe etkisinden kurtulmakta zorlandığımız Sofia için “Eğer bu kadın insansa, ben sadece yontulmamış bir kütüğüm” tespitini yapıyoruz ister istemez… Ama durun! Böyle bir komplekse kapılmak, kıskançlıkla bu tür mukayeseler yapmak, hem kendimize hem Sofia’ya hem de kütüklere büyük haksızlık… 🙂 Hepimiz başkalarının gerçekten iyi yaptığı şeyleri takdir edip, en çok yetenek gösterdiğimiz işi, üstelik de büyük bir tutku ve özveriyle yapıyor olsaydık; her birimiz, bir diğeri için Sofia ile aynı konumda olacaktı… Sofia’yı “Sofia” yapan detaylar için linkleri sırasıyla takip edebilirsiniz…

1. Dansçı, model ve oyuncu Sofia Boutella, 3 Nisan 1982’de Cezayir’in başkentindeki, Bab El Oued semtinde besteci ve caz müzisyeni bir baba ile mimar bir annenin kızı olarak dünyaya geldi

Beş yaşında klasik dans eğitimine başladı. 10 yaşında ise ailesiyle birlikte Cezayir’i bırakarak taşındıkları Fransa’da ritmik jimnastiğe başladı. 18 yaşındayken Fransız milli takımına katıldı. Sofia hip-hop ve sokak dansına da aynı dönemde yöneldi ve 2006’da sokak dansı yarışması galibi olacak olan Vegabond Crew grubunun üyesi oldu. 17 yaşından beri kareograf Blanca Li ile çalışıyor; çeşitli sinema ve televizyon sahnelerinde, reklam ve konser turlarında dans ediyordu. Ayrıca Vagabond ekibinden Mono tarafından oluşturulan Chienne de Vie and Aphrodites grubunda da yer aldı.

2. Berklee College of Music mezunu 1,65 boyundaki Sofia’nın dansçılık kariyerindeki dönüm noktası ise 2007 yılında Nike reklamlarıyla gerçekleşiyor

Jamie King kareografisiyle katıldığı yarışmada Nike Women reklamlarında oynamaya hak kazanıyor ve markanın “make yourself” mottosu dahilinde kadınlık ve hip-hop konusunda rol modeli oluyor.

3. Ardından kariyerinde sürekli bir tırmanışa geçen Sofia, bir ikon olarak kabul edilen Madonna’nın “Hung Up”-“Sorry”-“Celebration” kliplerinde dansçı olarak rol aldı

Sofia, Confession Tour boyunca da Madonna’nın baş dansçısı olarak görev aldı. Rihanna, Ne-Yo, Usher gibi şarkıcılarla da çalıştı ve onların kliplerinde dans etti. “Madonna ile çalışırken, bana her zaman adımların ardındaki anlamı ve neden bu adımları attığımı anlattı – bize oyuncu gibi davrandı. Bu yüzden, her zaman bir aktör olduğumu hissediyorum, gerçekten” diyor.

4. Michael Jackson ondan o kadar çok etkilenmişti ki “This Is It” konser turunda yer almasını istedi

Ancak Madonna’nın dünya turunun uzatılması nedeniyle Michael’ın dansçı kadrosuna katılamadı. Her ne kadar bu konser turu “usta”nın 2009’daki ölümü nedeniyle gerçekleşememiş olsa da Boutella, onun 2011’de yayımlanan son şarkısı “Hollywood Tonight”ın ana karakteriydi.

5. Ardından 2012’de “Street Dance 2” filminde “Eva” rolüyle gözümüzü gönlümüzü açtı

6. 2014’te ise “Kingsman: The Secret Service” filminde Gazelle rolüyle kendisini o güne kadar fark etmemiş olanların da dikkatini çekmeyi başardı

Bu filmde Sofia’nın dansçı ve jimnastikçi olmasının getirdiği estetik bir kıvraklıkla, bacakları ölümcül birer silah olan Gazelle karakterinin dövüş sahnelerini dublör kullanmadan icra ettiği gözden kaçmıyordu.

7. 2016’da “Star Trek Beyond” filminde uzaylı savaşçı Jaylah’ı canlandırdı

8. 2017 yapımı “Atomic Blonde” filminde ise Delphine Lasalle karakteriyle hayli baştan çıkarıcıydı

Filmin başrol oyuncusu Charlize Theron’la olan sevişme sahneleri tutkulu ve dikkat çekiciydi.

9. Efsanevi film serisi Mumya’nın yeniden çevrilmeye başlanmasıyla 2017’de vizyona giren “The Mummy
filminde Prenses Ahmanet rolüyle seri içindeki ilk kadın mumyayı canlandırmış oldu

10. Bir modern çağ klasiği “Fahrenheit 451“in yeni versiyonunda Clarisse McClellan karakterine hayat verdi

11. 2018’de gösterime giren Fransız yapımı ve yönetmenliğini Gaspar Noe’nin yaptığı “Climax” adlı filmde Selva oldu

12. Yine 2018’de gösterime giren “Hotel Artemis” filminde Nice adlı bir kiralık katili oynuyor

Bu filmde Sofia, John Wick karakterinin kadın versiyonu olmuş desek yeri.

13. En son kült rock grubu Thirty Seconds to Mars’ın “Rescue Me” adlı video klibinde rol aldı

Akıl sağlığı açısından önemli mesajlar içeren şarkının video klibinde Michael Jackson’ın kızı Paris Jackson da var. Sofia’nın kolunda, yakın arkadaşı grubun solisti ünlü oyuncu ve yönetmen Jared Leto tarafından yapılan bir ters haç dövmesi bulunuyor.

14. Los Angeles’ta yaşayan Sofia’nın en sevdiği yıldızlar Fred Astaire, Karim Barouche, Jean-Michel Basquiat, Daniel Day-Lewis ve Bob Fosse


Aynı zamanda hobi olarak takı tasarımları yapan Sofia, yaptığı takıları hediye olarak verdiğinde umursadığı birini koruduğuna inanıyor. “Boyundan gelen, göğsün ortasından geçen, sonra bele dolanan vücut zincirleri yapıyorum. Çingene, bohem tarzı katmak için onları tüylerle karıştırıyorum” diyen Sofia küçükken, Sahra Çölü’ne gitmiş ve karnına kadar uzanan güzel küpeleri olan yaşlı bir kadınla tanışmış. Yaşlı kadın ona “Biz Tuaregler için takı bir dekorasyon değildir, takılar bize gelecek olan negatif enerjiyi emer” demiş. “O yüzden ‘vintage’ bir takıyı alırken iki kere düşünün” diyor. “Her şeyi yapmaya ve hepsinde vasat olmaya inanmıyorum. Bir konuda iyi olduğuma inanıyorum” diyen Sofia, iş konusundaki prensiplerini soranlara “Benim dürtüm hep aynı olmuştur. Dans ederken de oyuncuydum. Oyunculuk konusunda kesinlikle tutkuluyum. Dans etmekten ötürü çok önemli bir disiplin kazandım. Danstan edindiğim disiplini yaptığım her şeye uygularım. Bunun için minnettarım ve seviyorum” diye cevaplıyor. Genel olarak politik bir duruşa sahip olma konusunda temkinli olduğunu söyleyen Sofia, “Bir konuyu savunmadan önce o konu hakkında daha önce hiç olmadığı kadar derin bir eğitim almak isterim. Son zamanlarda birileri bana şöyle bir soru sordu: ‘Suriye’de yaşayan küçük bir çocuğa ne tavsiye edersiniz?’ Bak, ben şanslıydım. Küçük yaşta Cezayir’den ayrılmak konusunda şansım yaver gitti. Bana Amerika’da ya da Fransa’daki birine tavsiyede bulunmamı söyleseydiniz; ‘Rüyalarına inanmaya devam et’ derdim. Ama Suriye’deki birine ‘Rüyalarına inanmaya devam et’ diyemem. Kalbimi kırdı, bu soru” diyor. Sofia Boutella’nın düşünce ve duygu dünyasıyla ile ilgili daha fazla bilgi almak isteyenleri buraya ve şuraya alalım.

BONUS 1: Eğlenceli Anlar 1

BONUS 2: Eğlenceli Anlar 2

Kaynaklar: 1,2, 3, 4

Tüm Zamanların En İyi 19 Bilim Kurgu Serisi

$
0
0

Bilim kurgu uzun süredir, televizyonun ilk zamanlarından beri “” ve orijinal “” serisi ile etrafımızda.. ve gitmiyor… Aslına bakarsanız daha da popüler hale geliyor.

Geçtiğimiz birkaç on yıl boyunca bilim kurgu türünü ele alan “The X-Files”, “Lost” ve Netflix’in “Stranger Things” gibi “network show”ları sayesinde bilim kurgu gösterileri hiç olmadığı kadar geniş bir kitleye ulaşıyor. 

Bilim kurgu ya da daha fazlasını arayan bir hayran kitlesi için yeniyseniz, işte TV şovlarının incelemelerini bir araya getiren Metacritic’in puanlarına göre en iyi bilim kurgu gösterileri:

Not: Çizgi romanlara dayanan süper kahraman gösterileri için eski gösteriler Metacritic puanlamanın dışında bırakıldı (“The Twilight Zone,” orijinal “Star Trek,” orijinal “Doktor Who”).

Fragmanları izlemek için resimlere tıklayabilirsiniz. Keyili seyirler…

19. Star Trek: The Next Generation, 7 Sezon (1987 — 1994)

A submersible descends into a volcanic vent off Las Gemelas seamount.

Ortalama Metacritic Puanı: 51

IMDB Puanı: 8,6

“Star Trek’e televizyonda tekrar denk gelmek, aynı nostaljik, gecekondu gişe filmlerinin yaptığı gibi bir çekiciliğe sahip. Kirk, Spock ve arkadaşlarımı özlemedim.”

Miami Herald

18. Dollhouse, 2 Sezon (2009 — 2010)

Ortalama Metacritic Puanı: 57

IMDB Puanı: 7,7

“Joss Whedon, televizyonun en yetenekli vizyonerlerinden biri, ancak en son serisi – merakla beklenen orta sezon drama Dollhouse – büyük bir hayal kırıklığı.”

San Francisco Chronicle

17. Quantum Leap, 5 Sezon (1989 — 1993)

Ortalama Metacritic Puanı: 61

IMDB Puanı: 8,1

“Donanımı insanlığın arka koltuğuna oturtan kurnaz ve zekice bir seri”

USA Today

16. The OA , 2 Sezon (2016 — …)

Ortalama Metacritic Puanı: 61

IMDB Puanı: 7,8

“Muhteşem bir genel performans ve giderek daha da tuhaflaşan bir dizi fikir. The OA akıllara durgunluk veriyor, ancak buna değer.”

The Atlantic

15. Heroes, 4 Sezon (2006 — 2010)

Ortalama Metacritic Puanı: 61,5

IMDB Puanı: 7,6

“Gösterinin süper güçlü yanları, iyi gelişmiş film yapımcılığı, yumuşak bir şekilde ilerlemesi ve mükemmel oyuncu kadrosu. Eğlenceli, düşünceli bir fimi ilk saati gibi görünüyor.”

Chicago Sun — Times

14. The 100, 7 Sezon (2014 — …)

Ortalama Metacritic Puanı: 63

IMDB Puanı: 7,7

“Evet, bu bir CW serisi, ancak bir birinci sınıf felsefe sınıfını aylarca meşgul edecek kadar yeterli ‘hayati — etik sorunu’ ortaya çıkaran türden bir tanesi.” 

Philadelphia Daily News

13. Firefly, 1 Sezon (2002 — 2003)

Ortalama Metacritic Puanı: 63

IMDB Puanı: 9,0

“Çok komik, çok modern, çok müthiş bir bilim kurgu gösterisi.”

New York Post

12. The X-Files, 11 Sezon (1993 — 2003)

Ortalama Metacritic Puanı: 65

IMDB Puanı: 8,7

“‘The X-Files şu anda TV’deki en paranoyak ve en huzur kaçırıcı gösteri… Süslü diyaloglarla dolu (“Görülmek istemeyen şeyler gördün!”) ve özel efektler de fena sayılmaz.  The X-Files bir laf kalabalığından ibaret.”

The Atlantic

11. Sense8, 2 Sezon (2015 — 2017)

Ortalama Metacritic Puanı: 68,5

IMDB Puanı: 8,4

“Normalde sizi hoşgörülü bir hikaye anlatımına sürükleyebilir, ancak Sense8’de gerçek sanat da var.”

The Atlantic

10. Fringe, 5 Sezon (2008 — 2013)

Ortalama Metacritic Puanı: 73,7

IMDB Puanı: 8,4

“‘Fringe’ reklamlarla ya da reklamsız izlemek için yeterince iyi. Ancak Abrams ile, ‘sadece yeterince iyi’den daha fazlasını beklersiniz.”

Newark Star — Ledger

9. Futurama,  7 Sezon (1999 — 2013)

Ortalama Metacritic Puanı: 74

IMDB Puanı: 8,5

“‘Futurama’, ‘The Simpsons’ gibi, çok katmanlı, tam bir aile ziyafeti: Çocukların onlara aptalca bağlanmasına yetecek kadar aptal görünümlü ve ebeveynlerini etkileyecek kadar ince ve alaycı.”

New York Daily News

8. Westworld, 2 Sezon (2016 — …) 

Ortalama Metacritic Puanı: 74

IMDB Puanı: 8,8

“Bu yalnızca harika bir televizyon gösterisi değil, televizyonu kışkırtacak biçimde canlı. Eğlencenin karanlık tarafını deneyimlerken bile eğlendiriyor.”

 LA Times

7. Orphan Black, 5 Sezon (2013 — 2017)

Ortalama Metacritic Puanı: 75,5

IMDB Puanı: 8,3

“[A] cesur, visseral ve duygusal açıdan çekici bir gerilim.”

Philadelphia Inquirer

6. Stranger Things, 3 Sezon (2016 — …)

Ortalama Metacritic Puanı: 75,5

IMDB Puanı: 8,9

“Bu umut vadeden dramanın içinde belirsiz ve hatta üzücü şeyler var. Ve olay dizisinin bilindik ana hatları biraz daha derin keşifler için bir örtü görevi gördüklerinde çok etkililer.”

Variety

5. Humans, 3 Sezon (2015 — 2018)

Ortalama Metacritic Puanı: 77,5

IMDB Puanı: 8,0

“‘İnsanlar’ çok tanıdık anlaşmazlıklara bir şekilde entrika bulaştırmanın yolunu bulur.”

The Hollywood Reporter

4. Black Mirror, 5 Sezon (2011 — …)

Ortalama Metacritic Puanı: 82

IMDB Puanı: 8,9

“‘Black Mirror’ sizi ‘sıradakini oynat’ tuşuna basmaktan başka bir şey yapamaz hale getirirken, tüm ekranlarınızı kapatmanız gerektiği gibi bir hisse kapılmanıza neden oluyor.”

Slate

3. Doctor Who, 12 Sezon  (2005 — …)

Ortalama Metacritic Puanı: 78,7

IMDB Puanı: 8,7

“Televizyon izleyicilerini memnun edeceği kesin olan aptalca ve ikinci sınıf şeyler.”

The Hollywood Reporter

2. Lost, 6 Sezon (2004 — 2010)

Ortalama Metacritic Puanı: 83,7

IMDB Puanı: 8,4

“‘Lost’; mizah, gizem ve bolca ilginç karakterle birlikte, bilim kurguyla köpürtülmüş operamsı bir macera. İçinde yalnızca kurtulmanın olmadığı bir kurtuluş hikayesi. Müthiş bir senaryo.”

 St. Louis Post — Dispatch

1. Battlestar Galactica, 4 Sezon (2004 — 2009)

Ortalama Metacritic Puanı: 84,7

IMDB Puanı: 8,7

“ABC’nin 70’lerin sonlarındaki Yıldız Savaşları klonunun iyi hazırlanmış, şaşırtıcı derecede zeki bir güncellemesi.”

People Weekly

 

Tarih Belgeselleri: Keyifle İzleyebileceğiniz 10 Tarih Belgeseli

$
0
0

Tarih ve siyaset pek çoğumuzun ilgisini çekse de işin öğrenme faslı her zaman o kadar da cezbedici olmayabiliyor. Belgeseller ise bu gibi durumlarda hızlı ve keyifli bir şekilde bilgilenmenin en makul yolu gibi gözüküyor. Bir parça Türkiye, çokça da dünya tarihi içeren tarih belgeselleri listemizi sizin için hazırladık, keyifli izlemeler…

1. Büyük Dünya Tarihi

 

 

Listemize Büyük Dünya Tarihi’yle başlıyoruz. İsmiyle müsemma BBC yapımı bu belgesel, izleyicilerini Afrika’daki ilk zamanlarımızdan alıp İkinci Dünya Savaşı sonrası 20. Yüzyılına kadar getiriyor. Hem de tam 8 bölümde, etkileyici, açıklayıcı, sürükleyici bir şekilde.

2. Küba’nın Özgürlük Hikayesi

Netflix yapımı bu belgesel dizisinde İspanya sömürgesinden kurtulan Küba’nın, Soğuk Savaş’ın sonuna kadar uzanan çalkantılı siyasi hayatını izleyebilirsiniz. Fidel Castro ve Che Guevara gibi sembol olmuş ve önemli isimleri barındıran Küba siyasi tarihi; metni, konuşmacıları ve anlatımıyla oldukça güzel sunulmuş.

3. İran: Bir Devrimin Anatomisi

İran için dönüm noktalarından biri olan 1979  Devrimi hakkında çekilmiş bir Al Jazeera Turk belgeseli. Devrim öncesi dönemi, Rıza Şah’ın uygulamalarını, Humeyni’nin halkın üzerindeki etkisini oldukça güzel anlatan belgesel İran tarihine ilgi duyanlar için önerimizdir.

4. 32. Gün

Mehmet Ali Birand ve ekibinin hazırladığı ve ilk olarak 1985 yılında yayınlanmaya başlayan bu belgesel dizisi Türkiye’nin yakın tarihine ışık tutuyor.  Siyasi tarihimizi öğrenmek, unutulanları hatırlamak, yaşananları tanıkların ağzından dinlemek isterseniz izlemenizi öneririz.

5. Morgan Freeman’la İnancın Hikayesi

Morgan Freeman, National Geographic yapımı bu belgesel dizisinde inançlar ve dinler ışığında dünyayı ve insanlık tarihini inceliyor. Tarihe yaşanmış olaylar, dine kurallar bütünü olarak bakmayı bir kenara koyup farklı şeyler izlemek isteyenler aradıklarını bu belgeselde bulabilirler.

6. Osmanlılar: Avrupa’nın Müslüman İmparatorları

Osmanlı tarihine yönelik tarih kitabı anlatımından uzak, kapsamlı ve objektif bir belgesel izlemek isteyenler için ne yazık ki seçenekler epey kısıtlı. BBC yapımı üç bölümlük bu belgesel dizisi ise “Batılı bir göz Osmanlı tarihine nasıl yaklaşıyor”u görmek isteyenler için tercih edilebilir bir yapım.

7. Piramitlerin Şifresi

Dünya tarihinin gizemini hâlen koruyan en ilgi çekici noktalarından olan piramitler, hakkında ne kadar çok şey okunup izlense de doyulmayacak bir konu. Sorularına cevap bulmak, yenilerini eklemek ve bir kez daha büyülenmek isteyenlere Netflix yapımı bu belgeseli öneriyoruz.

8. İç Savaş

Amerika İç Savaşı’nı mercek altına alan belgesel; anlatımı, konuyu insanların gözünden sunuşu ve müzikleriyle oldukça başarılı. Pek çoklarının favori belgeselleri arasında yer alan yapım, bakalım sizin gönlünüzü fethedebilecek mi?

9. Hitler’in Kötülük Çemberi

Belgesel Hitler’i ve Almanya’nın kontrolünü ele geçirişini yakın çevresi üzerinden anlatıyor. Bu anlatım yöntemi ve profesyonel oyuncuların bazı sahneleri canlandırması izleyicilere daha canlı ve dizi tadında bir serüven sunuyor.

10. Apocalypse The Second World War

İkinci Dünya Savaşı temalı Fransız yapımı belgesel toplam 6 bölümden oluşuyor. Onu diğer belgesellerden ayıran ise çeşitli ülke arşivleri taranarak elde edilen ve neredeyse hiç bilinmeyen görüntüleri.

 

 

 


72. Cannes Film Festivali Başladı!

$
0
0

Fransa’nın Cannes şehrinde sinema dünyasının en prestijli etkinliklerinden biri olarak gösterilen 72. Cannes Film Festivali başladı. Her yıl Mayıs ayında düzenlenen ve ortalama 20 filmin yarıştığı uluslararası Cannes film festivalinde birbirinden önemli yapımlar yer alıyor. Avrupa’daki en önemli 3 Film festivalinden biri olan Cannes’in tüm ayrıntılarını bu yazıda sizlerle paylaşıyoruz.

Bu yıl 25 Mayıs’a kadar sürecek olan 72. Cannes Film Festivali, “The Dead Don’t Die” ile açılışı yaptı


Açılış seremonisinin ardından ABD’li yönetmen Jim Jarmusch’ın The Dead Don’t Die filminin galası ve kırmızı halıda yürüyüşle başladı.

Filmin yıldızlarından Adam Driver, Chloë Sevigny, Tilda Swinton, Bill Murray ve Selena Gomez kırmızı halıda boy gösterdi


“The Dead Don’t Die” dünya prömiyerini Cannes’da gerçekleştirdi.

Festivalin bu yılki jüri başkanlığını, Oscar ödüllü Meksikalı yönetmen Alejandro Gonzalez Inarritu üstleniyor


“The Revenant” ve “Birdman” filmlerinin Oscar ödüllü Meksikalı yönetmeni Alejandro Gonzalez Inarritu’nun başkanlığını üstlendiği jüride ABD’li aktris Elle Fanning, Gine asıllı Fransız yönetmen Maimouna N’Diaye, ABD’li yönetmen Kelly Reichardt, Polonyalı yönetmen ve yapımcı Pawel Pawlikowski, Fransız senarist, yönetmen ve çizgi film senaryo yazarı Enki Bilal, Fransız yönetmen ve senarist Robin Campillo, İtalyan yönetmen ve aktris Alice Rohrwacher ve Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos yer alıyor.

Sunucu Édouard Baer, festivalin ana yarışmasına kabul edilmeyen Netflix hakkında konuştu, jüri başkanı Iñárritu da destek verdi


Sinemanın salonlar için olduğunu söyleyen sunucuya festivalin bu seneki jüri başkanı Iñárritu da destek verdi. Sinemanın özgürleştirici gücünden bahseden başarılı yönetmen, bu gücün sinema salonlarından uzaklaştırılmasına karşı olduğunu dile getirdi.

Brad Pitt ve Leonardo DiCaprio’nun oynadığı “Once Upon A Time In Hollywood”, dikkat çeken filmlerin arasında yer aldı

Festivalin bu yılki posterine de konuk olan, kaybettiğimiz usta yönetmen Agnès Varda’ya ithafen “A. Varda” yazılı boş yönetmen koltuğu da bulunuyordu

Afiş, Fransız yönetmen Agnes Varda’yın, 1955’te çektiği ilk uzun metrajı ‘La Pointe Courte’ın yapımı esnasında çekilen fotoğrafını gösteriyor. “Yeni Dalga akımının” öncülerinden Agnes Varda, geçtiğimiz ay 90 yaşında hayatını kaybetmişti…

25 Mayıs’a kadar devam edecek festivalde gösterilecek filmler arasında Pedro Almodóvar’ın yeni filmi “Pain and Glory”, Dardenne Kardeşler imzalı “The Young Ahmed”, Arnaud Desplechin tarafından yönetilen “Oh Mercy!” gibi filmler bulunuyor

Toplam 4 bin gazetecinin ve 90 ülkeden 2 binden fazla medya kuruluşunun bulunduğu 12 gün sürecek festival için şehrin en yoğun caddesi Croisette’e, herhangi bir arabalı saldırıya karşı yaklaşık 665 büyük beton saksı konuldu

Hatırlatalım: Cannes Film Festival’inde Yılmaz Güney’in Yol filmi 1982 yılında, Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu filmi ise 2014 yılında Altın Palmiye ödülünü kazanmıştı

“Altın Palmiye” ve ana kategorideki ödüller için yarışacak 21 film ise şöyle:


Jim Jarmusch’ın “The Dead Don’t Die” filmi
Pedro Almodovar’ın “Douleur et gloire” filmi
Marco Bellochio’nun “Il Traditore” filmi
Diao Yinan’ın “The Wild Goose Lake” filmi
Bong Joon Ho’nun “Parasite” filmi
Jean-Pierre ve Luc Dardenne’nin “Le jeune Ahmed” filmi
Arnaud Desplechin’in “Roubaix, une lumiere” filmi
Mati Diop’un “Atlantique” filmi
Xavier Dolan’ın “Mathias et Maxime” filmi
Jessica Hausner’in “Little Joe” filmi
Abdellatif Kechiche’nin “Mektoub My Love: Intermezzo” filmi
Ken Loach’ın “Sorry we missed you” filmi
Ladj Ly’nin “Les miserables” filmi
Terence Malick’in “A Hidden Life” filmi
Kleber Mendonça Filho ve Juliano Dornelles’in “Bacurau” filmi
Corneliu Porumboiu’nun “La Gomera” filmi
Ira Sachs’ın “Frankie” filmi
Celine Sciamma’nın “Portrait de la jeune fille en feu” filmi
Elia Suleiman’ın “It must be heaven” filmi
Quentin Tarantino’nun “Once Upon A Time In Hollywood” filmi
Justine Triet’in “Sybil” filmi

Meraklısına: Cannes Film Festivali’nin tarihçesi


Cannes Film Festivali’nin başlangıcı 1930’ların sonunda Philippe Erlanger’in o zaman Fransa Eğitim ve Güzel Sanatlar Bakanı olan Jean Zay’den isteği ve Zay’in Venedik Film Festival’ine rakip olabilecek uluslararası kültürel bir organizasyon kurmaya olan isteğine dayanıyor. İlk festivalin 1939’da Cannes’da Louis Lumière’in başkanlığında düzenlenmesi planlanmıştı ancak savaştan dolayı ilk festival ancak 20 Eylül 1946’da başlayabildi. Festival 1952’ye kadar 1948 ve 1950 hariç olmak üzere Eylül ayında düzenlendi ancak 1952’den itibaren festival Venedik Film Festivali’nin de sonbaharda düzenlenmesinden dolayı Mayıs ayında düzenlenmeye başlandı.

Eski Bilim Kurgu Filmlerinde Yapılan ve Günümüzde Gerçekleşmiş Olan 9 Tahmin

$
0
0

Birçok bilim kurgu filmi, yaş aldıkça günün gerisinde veya çok ilerisinde kalabiliyor ve sıklıkla yanlış yönlendirilmiş, çoğumuza komik gelen ön görülerde bulunmuş olabiliyorlar. 1987’de yayınlanan “The Running Man” örneğin, 2019 yılında televizyonlarda Battle Royale tarzı cinayetleri canlı izleyeceğimizi iddia ediyordu. 2019 yılı aynı zamanda “The Isle” filminin insan klonlarının organları için büyükbaş hayvanlar gibi yetiştirileceğini öngördüğü yıldı ve bu film sadece 14 yıl önce sinemalardaydı. Ancak yayınlandıktan onlarca yıl sonra bile ürkütücü bir şekilde gerçeğe dönüşen son derece sağlam tahminlerde bulunabilen bazı klasik bilim kurgu filmleri de var. “Blade Runner”, “The Terminator” ve “2001: A Space Odyssey” gibi filmler, yıllar öncesinden tahmin ettikleri günümüz teknolojisi için bile tekrar görülmeye değer. İşte bu güzel yaşlanan, klasikleşmiş ve yıllar önce yaptıkları tahminleri günümüzde bizzat görme şansı bulduğumuz bilim kurgu filmlerinden bazıları.

Uzay yolculuğu — ‘Le Voyage Dans La Lune, 1902


Herhangi bir bilim kurgu hikayenin genel olarak uzay yolculuğu kavramını öngördüğü gerçeğiyle ilgili bir tez öne sürmek oldukça zor. Jules Verne, 1865 yılında yazdığı “Dünyadan Ay’a” romanı ile konuyu modern ve teknolojik şekilde yazan ilk kişi olabilir. O zamandan beri aya ve ötesine seyahat temalı onlarca film yapıldı. Buna rağmen, “Le Voyage Dans La Lune” Fransız sinemacı Georges Méliès’in 10 yıllık kamera ile çektiği topla hareket eden uzay kapsülü içinde aya yolculuk eden kaşifler hakkında 13 dakikalık özel efekt yüklü bir baş yapıt olduğu için özel olarak bahsedilmeyi hak ediyor. Konusu oldukça yaratıcı olan ve büyüleyici görsel efektlerin kullanıldığı bu ikonik film birçok özelliğiyle dikkat çekiyor.

Robotlar — ‘Metropolis, 1927


Her ne kadar ana akım film seyircileri tarafından göreceli olarak pek bilinmese de, bilim kurgu hayranları ikonikleşen 1927 yapımı film “Metropolis” i hatırlamakta hiç zorlanmayacaklar. 2019’da bulunduğumuz bu avantajlı noktadan bu filmi izlemek kolay değil çünkü iki saatten fazla süren oldukça sessiz ve siyah-beyaz bir film. Metropolis ekranlarda yapılan ilk robot tasviri de dahil olmak üzere çok ilke imza attı. Filmde, ilginç şekilde 1920’lerin Doktor Brown’una benzeyen esrarengiz bir mucit filmdeki karakter Maria’ya benzeyen insansı bir robot üretiyor. Gerçek dünyada ise 2014’te Japonya, bir robot haber spikeri olan “Kodomoroid” in insanlığa sunuluşunu gördükten hemen sonra Osaka Üniversitesi’nden Profesör Hiroshi Ishiguro, şaşırtıcı derecede gerçekçi olan Erica adında bir android yarattı. Aynı zamanda Boston Dynamics’in Atlas’ı ve Honda’nın Asimo’su gibi robotlar yürüyüş, koşma, kapı açma ve hatta jimnastiklerin robotların menüsünde bulunduğunun örnekleri.

Kulaklıklar — ‘Fahrenheit 451, 1966


Ray Bradbury’nin ikonik romanı “Fahrenheit 451” uzunca bir zaman dünyanın her yerinden lise öğrencileri tarafından çok fazla talep aldı. François Truffaut, 1966’da romanın bir film versiyonunu hazırladı. Flmde kulaklıkların ve modern kulaklık kültürünün yükselişini öngören büyüleyici bir teknolojiye yer veriliyor. “Fahrenheit 451” de “deniz kabukları”, “elektronik ses okyanusu, müzik ve konuşma gelen radyolar” olarak tanımlanıyor. 1966’da mevcut olan en kişisel radyo transistörlü radyoydu. Ve kulaklıklar var olmasına rağmen, geniş ve hantaldı. İnsanların iPod kullanmaya, filmde anlatıldığı şekilde özel sesleri çalabilen “deniz kabukları” takmaya başlaması ise 2001 yılında ancak gerçekleşebildi.

Skype — ‘2001: A Space Odyssey, 1968


“2001: A Space Odyssey” nin öngördüğü şeylerin listesi, muhtemelen başlı başlına bir makale olur. Biz ise filmde özellikle öne çıkan bir unsurdan, video chatten bahsedeceğiz. Adil olmak gerekirse, “2001” de hiç kimse aslında Microsoft tarafından işletilen video sohbet hizmetine kayıt olmuyordu. Filmde, Dr. Heywood Floyd dünya yörüngesinde dolaşan bir uzay istasyonundan ailesini aradığı zaman ancak video chat özelliği öne çıkıtı. Sahnenin tek doğru tahmini video chat değil üstelik: Floyd, aramayı başlatmak için video telefonuna kredi kartı gibi görünen bir şeyi okutuyor, 1960’larda, kredi kartları bugün olduğu kadar yaygın değildi. Bu aramanın maliyeti ise iki dakikalık çağrı için 1.70 dolar  Gerçek dünyada ise video arama birçok kez denendi ve başarısız oldu. Ta ki internet, mobil geniş bant ve akıllı telefonlar sayesinde hayatlarımıza giren Skype ve FaceTime gibi uygulamalara kadar.

Cep telefonları — ‘Star Trek, 1966


Dilde sadelikten yana olan sanatçılar bunun bir aldatma olduğunu düşünebilirler, ancak listeye “Star Trek” dahil etmemek mümkün değil zira Leonardo Da Vinci’nin not defterinden daha fazla teknolojiyi öngören bir seri bu. Dürüst olmak gerekirse “Star Trek” 1966’da bir TV dizisi olarak başladı ve üç yıllık ilk çalışması şovun birçok teknolojik tahmini için taslak belirledi. Ancak tüm bunlar nihayetinde 1979’da “Star Trek: The Motion Picture” ile büyük ekrana geçerek bu listeye girmeye hak kazandı. Ve bu anlamda, modern cep telefonunu “Star Trek”in icat ettiğini söylediğimizde gayet ciddiyiz. Şovun üstten yukarı doğru açılan şebeke antenli cep iletişimcisi, Motorola mühendisi Martin Cooper’a 1973 yılında dünyanın ilk cep telefonunu tasarlaması için ilham verdi. Sonunda Motorola DynaTAC’a dönüşecek olan bu prototip, 2.5 kilo ağırlığında ve 20 dakikalık bir pil ömrüne sahipti. Piyasaya sürülmesi on yıl sürdü ancak 1983’lü DynaTAC daha küçük telefonlara, sürgülü telefonlara ve nihayetinde akıllı telefonların hayatlarımıza girmesine yol açan bir devrim başlattı.

Akıllı evler — ‘Demon Seed, 1977


Bazı sinema fanları ilk kez bir filmde akıllı ev teknolojisinin ve “Nesnelerin İnterneti”nin (internet of things) kullanılmasını 1999’da yayınlanan gösterişli Disney filmi “Smart Hosue” olarak kabul ediyor. Ancak sinemada kullanılmış akıllı evlerin ilk örneği için zamanda oldukça geri gidilmeli: 1977 yapımı bilim-kurgu-korku filmi “Demon Seed”e kadar. “Demon Seed”de bir bilim adamı, lösemiyi iyileştiren ve pozitif bir notla açılan yapay zeka Proteus IV’ü geliştirir. Ancak yapay zeka, yaratıcısı olan bilim adamının karısına sağlıksız bir şekilde aşık olur ve kendisini evdeki bir bilgisayara yükleyerek evde bulunan tüm teknolojik cihazlar üzerinde kontrolü ele geçirir. Proteus IV aslında modern bir akıllı evde olabileceği gibi, ışıkları, kapı ve pencere kilitlerini kontrol edebiliyor ve evin alarm sistemini yönetiyor. Kapı zili çaldığında ön kapıyı gösterebiliyor ve hatta yüzme havuzunun otomatik kapağı gibi elektronik cihazları yönetebiliyor. Bu özellikleriyle “Demon Seed”, Philips Hue lambalarından Ring kapı zillerine, Kevo akıllı kilitlerinden düzinelerce diğer Nesnelerin İnterneti cihazlarına kadar tüm modern akıllı ev teknolojilerinin bir taslağı olabilecek niteliktedir.

Uçan arabalar — ‘Blade Runner, 1982


Siberpunk ve bilim kurgu karanlığının ilk kez büyük ekrana taşındığı Ridley Scott’ın “Blade Runner” filmi kadar saygı gören çok az bilim kurgu var. Film, nesli tükenmenin eşiğine gelmiş yılanlardan, tamamen insansı androidlere, Los Angeles’taki durmayan yağmurdan uzay kolonilerine kadar 2019 yılı için oldukça cüretkar tahminlerde bulunuyor. Fakat filmde doğru çıkan birkaç tahmin de var. Film piramit şeklindeki LA silueti, kentin gökdelenlerinin artık yasal olarak çatıda helikopter pistlerine sahip olmaları gerekmediğini, ki 2014 yılında LA’da gerçek anlamda değişen bir şey bu ve uçan arabaların yükselişini de öngörüyor. “Blade Runner” evreninin vazgeçilmez bir parçası olan Spinner şehrin hava sahasında cesurca uçan bir araba. 1950’lerden bu yana uçan arabalar “vaat edilen geleceğimizin” bir parçası. Ve mühendisler cidden denedi. Uçan arabalara yönelik yapılan birçok girişimin arasında, kanatlı bir otomobilden biraz daha fazlası olan 1947 ConvAirCar Model 118, ve Boeing’den 1990’lı Sky Commuter’ı sayabiliriz. Ve tabii Paul Moller’ı, hayatını Sky Car’ın çeşitli versiyonlarını geliştirmek için harcayan muciti. Günümüzde henüz uçan arabalara sahip olmasak da, uzun bekleyişin sonunda nihayet geliyorlar. Bazı şirketler esasen “yolcu drone”u sayılabilecek elektrikle çalışan, kendiliğinden uçan, dikey kalkış ve büyük boy uçaklara benzeyen iniş araçlarına sahip bu cihazları hazırlıyor. Boeing, AirBus ve Çinli eHang şirketi büyük boy drone uçan taksi hizmetleri geliştiriyor ve bazılarının çalışabilmesine sadece birkaç yıl var (teorik olarak) ve Uber, uçmaya başlayabilecek ilk beş şehri çoktan duyurdu bile.

Askeri dronelar — ‘The Terminator, 1984


James Cameron’ın gişe rekorları kıran bilim kurgusu “Terminatör” bize geceleri uyanık kalmak için birçok neden verdi. Nükleer Armageddon’u tetikleyen acımasız killbotlara ve Bill Paxton’un dikenli serseri saçlarına sahip kendi kendini yöneten bir bilgisayar – insan. Tüm bunlara sahip olan ve vizyonu Hunter – Killer droneların ortaya çıkmasına yol açan özünde ise askeri silahlarla donanmış uçan bir drone. 1980’lerin başında ordunun çoktan hedef talimi için uzaktan kontrolle vurabilen insansız hava araçları ve gemi ve uçaklardan fırlatılabilen keşif dronelarıyla ilgili engin tacrübeleri vardı. Ancak ABD ordusunun “Terminatör” tahminlerini yerine getirmesi ancak 2000’lerden sonra “terörle savaş” başladığında UAV’leri – silahlandırılmış askeri dronları – kullanmaya başlamasıyla gerçekleşti. Yerde bulunan operatörler tarafından kullanılan ve uzaktan kumandayla atış yapabilen bilinen ilk askeri drone, 2001 yılında kullanılmaya başlayan MQ-1 Predator’dür.

Sürücüsüz araçlar ‘Total Recall, 1990


“Total Recall”, basitçe boyanmış canlı bir çizgi film gibidir. Duvar büyüklüğünde TV ekranları, Mars’a yapılan rutin ticari uçuşlar ve Mars’ta bulunan uzaylılar tarafından yapılmış süper yapılar filmde yer alan birkaç ilginç tahmin. En vizyoner olanı ise: sürücüsüz otomobiller. Filmin “Johnnycab”leri sürücüsüz otomobillerin 80’lerin sonlarından nasıl göründüğünün canlandırılmış hali adeta. Sürücü koltuğunda stilize edilmiş bir android avatarı bulunuyor ve eğer Arnold Schwarzenegger kadar güçlüyseniz avatarı söküp kendiniz oturabiliyor ve sürüş keyfinin tadını çıkarabiliyorsunuz. Bugünden bakıldığında biraz saçma ve hatta belki de naif görünüyor olabilir, ancak bunun nedeni şu an sürücüsüz arabaların neye benzediğini tam olarak biliyor olmamız. Çünkü artık her yerdeler. Sensörlerle dolu günümüz sürücüsüz arabaları sürücü koltuğunda oturan hiç kimseye veya hiçbir şeye ihtiyaç duymadan kendi yollarında gidebiliyorlar. Ve yarı otomatik (sürücüsüz) araçlar da çok uzak değil, ancak henüz güvenlik kontrollerinde kontrolü elden bırakmamak için bir co-pilot gerektiriyorlar, en azından şimdilik.

Kaynak 1

Dünyaca Ünlü Rap Grubunun 25 Yıllık Kariyeri Ortaya Dökülüyor: Wu-Tang Clan Of Mics and Men

$
0
0

Hip-hop müziğin emekleme döneminde kurulan Wu-Tang Clan, uzunca bir döneme damgasını vuran efsane rap gruplarından biri. Showtime’ın hazırladığı 4 bölümlük belgesel, grubun 25 yıllık kariyerini de hayranlarıyla buluşturuyor. ”Wu-Tang Clan: Of Mics and Men’’ isimli belgesel 10 Mayıs’tan itibaren seyirciyle buluşuyor

4 bölümlük belgesel, dünyaca ünlü rap grubu Wu-Tang Clan’ın kuruluşunu ve 25 yıl içerisindeki gelişimini konu alıyor

Saf yetenekle ve RZA’nın vizyonuyla Wu, yoksulluğun, ırkçılığın, sonu gelmeyen şiddetin ve siyahlara gösterilen önyargının üstesinden gelmişti.

Müzisyenlerin hayatını belgesel tadında vizyona taşıyan Bohemian Rhapsody, Straight Outta Compton, 8 Mile gibi yapımların başarısı, the Wu’nun belgeselinin çekilmesinde öncü oldu

Grubun üyelerinden Cappadonna, ‘’Bunun için uzun zamandır bekliyorduk. Doğru zaman geldi.’’ şeklinde açıklama yaptı. 25 yıl sonunda yeterince çekimlerinin olduğunu ve yüksek motivasyona sahip olduklarını da belirtti.

’’Wu-Tang’ın müziği hakkında herkes bir şeyler biliyor ancak bu belgesel, bilgi birikimini ayrı bir seviyeye getirecek’’

Vice’a açıklamalarda bulunan grup üyeleri; RZA, GZA, Cappadonna, U-God, Ghostface Killah, Raekwon, Inspectah Deck ve Masta Killa, yükselmesi imkansız görülen grubun başarısı hakkında konuştu. Babası Ol’ Dirty Bastard’ın yerine gruba katılan Young Dirty Bastard’da ekibe katıldı.

Masta Killa, ‘’Grup üyeleri olarak biz bile kardeşlerimiz hakkında bilgi sahibi olduk.’’ diyerek belgesel hakkında fikir veriyor

İlk bölümü toplu bir şekilde St. George Theater’da izleyen Wu-Tang Clan, belgeseli izlerken ilk günlerine, dağınık odalarında esrar içip ritimler üzerine çalıştıkları günlerine döndüklerini söylüyorlar.

New York’un sert sokaklarında büyüyen 9 siyah adam olarak beklenmedik bir sıçramaya imza attılar

‘’Bana başka şeyler verdiği için Tanrı’ya minnettarım. İçimde, bana ve yaptığım her şeye zıt olan bir çevrede başarılı olmamı sağlayacak bir şey keşfettim. Sistemi yendim. Lise diplomam yok ama bugün sözlerimi satarak yaşayabiliyorum.’’ diyor Cappadonna.

Grubun mimarı RZA, Wu’nun onlara verdiği umutla birlikte oyunu değiştirmelerini sağlamıştı

‘’Muhteşem bir dövüşçü olmak için muhteşem dövüşçüler üzerine çalışmalısın. Bizim sözlerimiz için de bu geçerli.’’ Diyor ekibin mimarı RZA.

Wu-Tang Clan’ın yarattığı dalga Güney Kore, Meksika, İtalya gibi ülkelerin dilini, moda anlayışını, müzik zevkini etkileyecek kadar büyüyerek bugünlerimizde pay sahibi oldu

Hip-hop kültürüyle birlikte Amerika’nın şekillenmesine etki eden Wu-Tang, siyahlara olan bakış açısını ve toplumların kültürel anlayışını da değiştirdi. Bir dönem hip-hop’ın kedisine ait olduğunu hissettiğini söyleyen RZA, dünya turuna çıktıklarında insanların ilhamını görünce bu müziğin ve kültürün dünyaya ait olduğuna karar vermiş.

Kaynak:1

13 Mayıs’ta 25’inci Yaşını Dolduran Efsane The Crow Filmi Hakkında Bilmeniz Gerekenler

$
0
0

Çekimleri sırasında başroldeki yıldız Brandon Lee’nin ölümüyle sonuçlanan korkunç bir olaya sahne olan The Crow, 25 yaşında. 13 Mayıs 1994’te izleyiciyle buluşan film, aradan geçen yıllara rağmen hala gelmiş geçmiş en iyi çizgi roman uyarlamaları arasındaki yerini koruyor. Biz de hem kalbimizden silmediğimiz Brandon Lee’yi hem de her bir sahnesiyle hafızamıza kazınan The Crow’u 25’inci yılında analım istedik. İşte 7 maddede The Crow’un ve henüz 28 yaşında aramızdan ayrılan Brandon Lee’nin hikayesi.

1. Karanlık, kasvetli, vahşi ve acı dolu bir hikaye: The Crow


James O’Barr’ın çizgi romanından beyazperdeye uyarlanan The Crow, 90’ların karanlığı ve kasvetiyle yıkanmış, fantastik öğelerle süslenmiş bir intikam hikayesi. Filmin anti-kahramanı Eric Draven, bir sahnede “It can’t rain all the time” yani “Her zaman yağmur yağamaz” dese de, filmin neredeyse tamamında yağmur yağıyor. Bu da karanlık atmosferi destekleyerek daha da etkileyici ve çarpıcı bir hava yaratıyor.

2. The Crow’un anti-kahramanı Eric Draven’ın öldürülme sahnesi ve Brandon Lee’nin trajik ölümü


Peki Brandon Lee nasıl öldü? Bir hayli sorunlu bir prodüksiyon süreci geçiren filmde Brandon Lee, 31 Mart 1993 günü Eric Draven’ın ölüm sahnesinin çekilmesi için Kuzey Carolina’daki Carolco Stüdyoları’na geldi. Senaryoya göre evine gelen Eric Draven’ın, nişanlısı Shelly’ye saldırmakta olan haydutlar tarafından silahla vurulması gerekiyordu. Öyle de oldu; Lee, Michael Massee’nin canlandırdığı Funboy karakteri tarafından 44 kalibrelik bir Magnum’la vuruldu ve olması gerektiği gibi yere yığıldı. Sahne tamamlanmış, ekip toparlanmaya başlamıştı. Ama Brandon Lee ayağa kalkmadı. Önce ekipten birileri Brandon’ın vücudundan sızan kanı fark etti, ardından çığlıklar yükseldi. Ambulans geldiğinde Lee güçlükle nefes alıyordu ve çok kan kaybetmişti. Hemen hastaneye götürüldü, vücuduna beş ünite kan nakledildi, altı saat ameliyatta kaldı ama 28 yaşındaki Lee bir daha uyanmadı. Lee’nin ölümü kayıtlara kaza olarak geçti. Söz konusu sahne ise filmde kullanılmadı. Polisin kamera kayıtlarına kanıt olarak el koyduğu da iddialar arasında.

3. Günümüz süper kahraman filmlerinden uzakta, 90’lara damga vuran sert bir film


Konuyla ilgili en dikkate değer noktalardan biri, bu trajedinin 90’ların en başarılı çizgi roman uyarlamaları arasında başı çeken The Crow’un önüne geçmemesi oldu. Bugünlerde Marvel’ın Avengers: Endgame’i gibi dev bütçeli, Hollywoodvari şakalarla bezeli, eğlenceli ve iddialı uyarlamalar izlediğimiz göz önünde bulundurulursa, The Crow gibi acımasız, sert ve katı biz vizyona sahip bir filmin gösterime girmiş olması bile gerçek dışı geliyor.

4. The Cure albümlerinden fırlamış gibi ikonik bir karakter: Eric Draven


Bembeyaz bir pudrayla örtülü yüzüne çizilmiş soytarı gülümsemesi, gece kadar siyah giysileri, rock yıldızını andıran duruşu, bitmeyen hüznü ve engel olamadığı öfkesiyle The Cure albümlerinden fırlamış gibi bir anti-kahraman olan Eric Draven, hiç kuşkusuz beyazperdenin en ikonik karakterlerinden biri oldu.

5. Brandon Lee, James O’Barr ve Eric Draven arasındaki benzerlikler


Brandon Lee’nin hayatı ile O’Barr’ın çizgi romanları enteresan paralellikler taşıyor. Lee’nin babası, dövüş sanatları efsanesi Bruce Lee, Game of Death’in çekimleri sırasında, filmi tamamlayamadan beyninde oluşan ödem sonucu 33 yaşında hayatını kaybetmişti. Oğlu Brandon henüz 8 yaşındaydı. O’Barr’ın çizgi romanları da ölümlülük konusuna takıntılı. Kendisi de yetim olan O’Barr, yarattığı Eric Draven karakteri gibi nişanlısını kaybetmişti. James O’Barr’ın nişanlısı, sarhoş bir sürücünün çarpması sonucu hayatını kaybetmişti. Sanatçı, öfkesini ve acısını çizgi roman sayfalarına döktü. Şaşırtıcı biçimde ölmeden önce Brandon Lee de nişanlıydı ve evlilik hazırlıkları yapıyordu. Ünlü oyuncu, nişanlısı Eliza Hutton ile The Crow’un çekimleri bittikten bir hafta sonra evlenecekti. Maalesef olmadı.

6. Brandon Lee, Eric Draven rolü için ilk tercih değildi


O’Barr, nişanlısını kaybettikten 11 yıl sonra, 1989 yılında ilk Crow hikayesini yayınladı. Çizgi romanın beyazperdeye uyarlaması gündeme geldiğindeyse pek istekli değildi, çünkü çizgi romandaki duygunun sinemaya geçemeyeceğine inanıyordu. Yapımcı Jeff Most, başrol için Brandon Lee’yi önerdiğinde O’Barr memnun olmadı. Brandon o sırada “Bruce Lee’nin oğlu” olarak tanınıyordu ve pek de sağlam filmlerde rol aldığı söylenemezdi. O’Barr, Lee’nin Crow’u uyduruk bir aksiyon filmine çevirmesinden korkuyordu. Aslında Lee, yapımcının listesinin tepesindeki isim de değildi. Most, Eric Draven rolü için Christian Slater’ı düşünüyordu ancak Slater’ın yüksekten uçtuğu zamanlardı ve filmde oynamak için hatırı sayılır bir para istedi. Johnny Depp ve River Phoenix’e de teklif götürüldü ancak yapımcılar elleri boş döndü. Brandon Lee ise rol için çok istekliydi, bu durum Most, O’Barr ve yönetmen Alex Proyas’ın aklını çeldi. Rolü kapan Brandon Lee, hızlıca kilo verdi ve kas kaybetti. Daha önce rol aldığı Showdown in Little Tokyo ve Rapid Fire gibi filmlerdeki halinden eser kalmadı.

7. James O’Barr Brenndon Lee’yi şöyle anlatıyor: “Onun yaptığını kimse yapamazdı”


59 yaşındaki James O’Barr, Brandon Lee’yi anarken aktörün hakkını veriyor: “Onun bu role kattığı karizma ve enerjiyi başka kimse katamazdı. Kendini Brandon gibi rolüne adayan başka birini daha görmedim. Dövüş koreografilerinin kendisi yaptı, neredeyse hiç dublör kullanmadı. Sadece binalardan atlama sahnelerinde o yer almıyordu çünkü buna izin vermiyorduk.”

8. “Brandon’ın başına gelen trajik bir kazaydı. Ve ben bununla yaşamak zorundayım”


Filmde Eric’i vuran Funboy karakterini canlandıran Amerikalı oyuncu Michael Massee, verdiği ender bir röportajda şöyle demişti: “Bu olayı düşünmeyi ve tekrar tekrar yaşamayı bırakıp hayatıma devam edebilmem uzun bir zaman aldı. Brandon’ın başına gelen trajik bir kazaydı. Ve ben bununla yaşamak zorundayım.” Massee, 2016 yılında, 64 yaşında hayatını kaybetti.

Yarış Filmler: İzlemekten Keyif Alacağınız 18 Yarış Filmi

$
0
0

Spor temalı filmlerin çok özel bir alt dalı olan yarış filmleri, yarış dünyasının gerçeklerini, pistlerde -veya bazı durumlarda caddelerde- delicesine hızlı yarış araçlarının limitlerini zorlamanın getirdiği heyecan ve adrenalini sinema izleyicisi için farklı bir eğlenceye çeviriyor. Sokak yarışlarından pist yarışına; aksiyon, dramadan animasyonuna birçok farklı tarz yarış filmi sinema tarihi boyunca beyaz perdedeydi ve günümüzde de olmaya devam ediyor.

Bir adrenalin sever veya yarış tutkunu musunuz? Yoksa herhangi bir tür tercih etmeyen sıradan bir sinema izleyicisi misiniz? Cevabınız ne olursa olsun izlemekten keyif alacağınızı düşündüğümüz 18 yarış filmini sizler için listeledik.

1. Speed Racer (2008)

Film, yarış tutkulu -adeta takıntılı- genç bir sürücünün, ailesi ve son teknoloji arabasının da yardımıyla yarış dünyasının 1 numaralı ismi olma yolundaki maceralarını anlatıyor. Film bir japon animesi olan Mach Go Go Go’nun filme uyarlaması.

2. Speedway (1929)

Yarış filmi konseptinin ne kadar eskilere dayandığını gösteren filmlerden biri. Dünyanın en yetenekli sürücüsü olduğunu düşünen bir araba tamircisi, Indianapolis 500 yarışındaki en iyileri geçebileceğini iddia etmektedir. Karakterin bu hedefteki yolculuğuna tanık oluyoruz. Filmde Indianapolis 500 yarışının gerçek görüntüleri olması da oldukça ilgi çekici.

3. The Fast and the Furious Serisi

Hepimizin bildiği ve çoğumuzun hepsini severek izlediği The Fast and the Furious serisi, belki de günümüzünn en popüler yarış filmi serisi konumunda. Sokak yarışları ve suç hayatı aracılığıyla bir araya gelmiş yarışçı grubumuzun maceralarını ve zamanla bir aile haline gelmelerini izliyoruz.

4. Le Mans (1971)

Film, tüm zamanların en zorlu dayanıklılık yarışlarından Fransa Le Mans yarışı temalı. Yarış tam 24 saat sürüyor ve her aracın yalnızca 2 alternatif sürücüsü var. Filmin odağı, Alman asıllı Stahler ve Amerikan asıllı Delaney arasındaki çekişme. Delaney çok büyük baskı altında, çünkü bir önceki yıl sebep olduğu kazada yakın bir arkadaşının kocası hayatını kaybetmiş.

5. Days of Thunder (1990)

Oyuncu kadrosunda Nicole Kidman, Tom Cruise gibi günümüzün çok ünlü isimlerinin bulunduğu, Nascar temalı film. Genç, amatör bir sürücünün en üst seviyede bir organizasyon olan Nascar’da yarışma şansı yakalamasını anlatıyor.

6. Death Race 2000 (1975)

Death Race , distopik bir gelecekte, ülkelerarası bir yarış ve yarışmacıların puan kazanmak için masum yayaları katletmeleri gerekiyor. Ne kadar vahşi bir ölümse o kadar yüksek puan kazanılan yarış şiddetli görüntüler sunuyor. David Carradine ve Sylvester Stallone’un sizi hayal kırıklığına uğratmayacağından emin olabilirsiniz. Serinin 2 filmi daha var. (Death Race 2, Death Race: Inferno)

7. Grand Prix (1966)

Çıktığı yılın en başarılı 10 filmi arasına seçilmiş, aynı sene 3 Academy Award kazanmış, nostaljik Formula 1 filmi. İlginç yarış sinematografisi ile izleyicisinin beğenisini topladı. Filmin senaryosu, 4 farklı ülkeden 4 Formula 1 pilotunun 1966 sezonunda yaşadıklarını içeriyor. -elbette kurgulanarak-

8. Thunderbolt (1995)

Jackie Chan ve sokak yarışı mı? Bu çılgın yarış-aksiyon yapıtı, bir Chan filminden beklenecek her malzemeyi sunuyor. Şiddetli dövüş sahneleri, yer çekimine meydan okuyan akrobasik hareketler, seksi fakat psikopat kadınlar… Fakat bu sefer aynı zamanda inanılmaz sokak yarışı sahneleri!

9. Michel Vaillant (2003)

Korkusuz bir yarışçı olan Michel Vaillant’ın, 24 saatlik Fransa Le Mans yarışını kazanma denemesini anlatıyor. Film aşırı ilgi çekici olmasa da, yarış sahnelerinin çekimleri gerçekten muhteşem.

10. Rush (2013)

Efsanevi Formula 1 yarışçıları Niki Lauda ile James Hunt arasında 70’lerde geçen inanılmaz rekabetini anlatan biyografi filmi. Gerçek bir hikaye anlatılıyor. İkili arasındaki rekabet öyle güzel yansıtılıyor ki, zaman zaman sanki kendiniz yarışıyormuş gibi hissedebiliyorsunuz.

11. Veloce come il vento (2016)

Julia isimli genç, GT yarışlarında gelecek vaadeden sürücünün, hayatı başına yıkıldıktan sonra bu kariyeri kovalamak adına tek şansı, uyuşturucu bağımlısı fakat eski bir ralli şampiyonu abisinin yardımı olur. Spor ve hayat mücadelesi arasındaki dengeyi çok iyi kurmayı başarmış bir yapıt.

12. Need For Speed

Dünya çapında çok başarılı olan Need For Speed oyun serisinin filmi. Hapishaneden yeni çıkan bir sokak yarışçısı, ülkeler arası bir yarışa katılmaya karar verir ve tek amacı intikam almaktır. Bunu duyan eski partneri, yarışçının kafası için dev bir ödül ilan eder. Film aksiyon ve hararetli yarış sahneleri ile dolu.

13. Borning (2014)

Illegal spor araba yarışı “Street Legal”, Norveç’ten Oslo’ya uzanan 2000 kilometrelik bir yarış. Karakterimiz ise bu yarışa katılmaya davet edilmiş bir yarışçı, fakat aynı zamanda kızına da bakmak zorunda.

14. Cars (2006)

Çoğumuzun bildiği, belki de çocukluğunda izlediği Pixar’ın animasyon filmi. Yarış arabası Şimşek McQueen’in yarış yolunda gerçek dostluk ve ailenin anlamını bulmasını anlatıyor. Çocuk filmi gibi gözükse de yetişkin izleyicilere de heyecan ve duygusal anlar yaşattıracak bir film. Serinin 2 filmi daha var. (Cars 2, Cars 3)

15. Senna (2010)

Film, isminden de anlaşıldığı üzere Brezilyalı efsane Formula 1 pilotu Aryton Senna’nın hayatını anlatıyor. 3 dünya şampiyonluğu bulunan pilotu yakından tanıma imkanı sağlıyor. Film bir belgesel filmi fakat oldukça dokunaklı görüntüler içeriyor.

16. 1 (2013)

Grand Prix yarışlarının altın çağında geçen belgesel filmi 1. Uçlarda yarışan, Formula 1’in en ölümcül periyodunda yarışırken hayatlarını tehlikeye atan pilotların hikayelerini ve bir anda ayaklanıp sporun geleceğini tamamen değiştiren adamı anlatıyor.

17. Weekend of a Champion (2013)

Yapımcı Roman Polanski’nin bir haftasonunu 1971 Monaco Grand Prix’i sırasında dünya şampiyonu Jackie Stewart’la geçirmesi ile ortaya çıkmış belgesel filmi. İzleyiciye oldukça ender rastlanan seviyede yetenekli bir sürücünün hayatına göz atma şansı tanıyor.

18. Williams (2017)

Film büyük ölçüde takımın kurucusu Sir Frank Williams’ın kariyeri ve ailesine odaklanan, Williams F1’in inanılmaz tarihini, kuruluşundan günümüze kadar belgesel temasında anlatıyor.

Kaynak: 1 2

Viewing all 910 articles
Browse latest View live